Artık Kadın
Alarm sesinin çirkinliğine uyanıyorum. Yan komşumuzun koca memeleri kadar çirkin. Babamdan bana ulaşan babaannemin genleri kadar çirkin olmasın ama yüzüne de bakılası değil. Kalkıp banyoya gidiyorum. Aynadaki kadınla yüz yüze bakıyoruz.
“Et benini yemek istiyorsun galiba… Yeterince büyüsün öyle mi kurban edeceksin?”
“Şu ince çizgiyi anımsatan dudaklarına ne demeli?”
“Belki sol kroşeden güzel bir yumruk yersen oturacakmış gibi durmuyor mu yüzün?”
Aynadaki kadından gözlerimi kaçırıyorum. O gözleriyle beni delip geçmeye, dudağını bükmeye devam ediyor. Fıstık gibi kadınların giderek büyüdüğü, aramıza yerleştiği vakitler, ben günden güne erimekte olan hasta ruhumun yanına oturdum.
Öksürüyor, burnu akıyor. İçine c vitamini attığım su bardağını uzatıyorum. Titreyen eliyle tutmayı beceremiyor, bir kısmını döküyor. Ona istemsizce acıyarak bakmaya devam ediyorum. İki eliyle kavrıyor bardağı, içiyor. Yüzüme bakmıyor, benimle ilgilenmek istemiyor. Sokağı seyretsin diye perdeyi açıyorum sonuna kadar. Gözlerini kırpıştırıyor. Bir şey de be kadın!
“Hava güzel, ne dersin?”
“…”
“Aynadaki kadına eskiden çok güzel laflar söylerdin. Sen yokken kendimi iyice ezilmiş hissediyorum.”
“Benim sana sunduklarımdansa sen onun laflarını üç öğün yemeğe başladın, hâliyle ben de hasta düştüm. Yine onu dinleyip gelmişsin, beni tüketmeden git ne yaptıracaksan onu yaptır kendine.”
Haklıydı. Aynadaki kadın toplumdu. Bense ruhundan arta kalan bir kadındım. İkisini birleştirebilir miydim? Buna gücüm yeter miydi? Denemekten başka çarem yok. Odamdaki büyük aynanın karşısına geçtim.
“Şu ayva göbeğinin acizliğini görüyor musun? Komşunun kızı Münevver artık yağlı çörek değil senin gibi.” Kahkahalara boğuldu. Gözlerimi devirdim.
“Yağlı çörek ismini sen taktın ona, ben takmadım ki. Ne var ayva göbeğim varsa? Dünyanın sonu mu?”
“Ay tabii ki dünyanın sonu! Millet midesini kestiriyor, yemeden içmeden kesiliyor. Kendini aç bırakıyor. Sen…” dedi.
“Kendini aç bırakmamak kötü bir şey değil mi? Kısacık ömründe sevdiğin çok az şeyi bulmuşken, onu da sırf kıçın büyümesin diye yememek doğru mu? Bunca zenginliğe rağmen kendini bastırmak mı doğru olan?”
“Senin sorunun ne? O ruhtan bozma antika kadın mı söyledi sana bunları?”
“Hayır. Benimle konuşmuyor.”
Sinsice güldü aynadaki kadın. Elini saçlarıyla geriye attı.
“Sen boşver onu, alabildiğine makyaj yap, saçlarını ısıya boğ. Çok bir şey yemene gerek yok.”
Ruhun öksürüşünü duydum. Aynadaki kadın tısladı. Kalın battaniyesi ile geldi odama kadar. Son gücüyle geçti aynanın karşısına.
“Böyle yapmaya devam mı edeceksin, başkaları olmaya? Geçen pazarda senin gibi irili ufaklı, büyüklü küçüklü bir sürü kadın vardı. Satılmaya beş kala, köşe başında bekliyorlardı. Ruhundan arındırılmış, yapay kadınlar. Yarattıkları sistemin zincirlerine dolaşık düşüp kalkıyorlardı!”
Benim ağzım açık aynadaki kadına döndüm. Gözleri dolmuş, kıpkırmızı suratla yumruklarını sıkmış ruha bakıyordu.
“Onun iyiliği seni de beni de etkiliyor. Ben hastayken sen de hasta olacaksın. Zannediyor musun ki bu dünya sana kalacak? Senin görevin ona ne kadar eşsiz bir kadın olduğunu anlatmaktı. Toplumsallaştırmak, küçük düşürüp kendinden uzaklaştırmak değil! Ağzını topla, bu son uyarım!”
Aynadaki kadın ağlamaya başladı. Ruh sırtındaki battaniyeyi fırlattı, zar zor yürüyüp gitti. Bir ruhun arkasına bir de ayna içinde ağlayan kadına bakıyordum. Gözyaşları aynayı eritmeye başladı. Uzanmaya çalıştığımda başını salladı. Arkasını döndü, aynayla birlikte eridi gitti.
Beni zehirlese de o da benliğimin bir parçasıydı, gidişi içimde oyuk açtı. Eriyen ve içime damlayan gözyaşları bir kenarımda birikmeye başladı. Bavul açma kapama sesi duydum. İçimi telaş kapladı. Culup culup gelen su sesine aldırmadan, ruhun olduğu odaya geçtim. Bir yandan öksürüyor, bir yandan iki parça kitap koyuyordu çantasına.
“Nereye? Beni böylece bırakamazsın!”
“Nereye mi? Yataklara düşürdüğün bu kadına hesap sormak için geç kalmadın mı?”
Cevap veremedim. İçime dolan su birikintisi beni boğmak üzereydi. Hırçın dalgaların sesi bedenimden taşmaya başladı.
“Bunu sen istedin artık kadın. Ne benimle olabildin ne de o kendini bilmez herkesleşmiş kadınla. Oysa biz bir dengeydik sen bunu sağlayamadın. Şimdi o bayağılaşmış kadın hâlini görmek istemiyorum. Sen, benim dışıma çıktın. Ben, sensiz kaldım ve izninle, müsait bir yerde öleceğim. Hoşça kal!”
Küçük bavuluyla kapıyı vurup çıktı. Arkasından bakacak yüzüm olmayışı, giderek gözlerimin kararması, söyleyecek bir cümlemin olmaması altında boğularak can verdim. Kendimden kaçışım hiçliğimi taçlandırdı.
Ruhuma El Fatiha…



