“Offf! Çok sıkıldım! Bu hayatın başka kanalı yok mu?” ya da “Uzaylılar tarafından kaçırılsam,” diye düşündünüz mü hiç? En azından, “alıp başımı gidesim var” düşüncesi hayat yolculuğunuzda bir anlığına misafir olmuştur aklınıza. Peki ama nedendir arada sırada ruhumuzu yoklayan bu kaçış sevdası?
Bilinçaltı kodlamalarımız, çocukluk dönemlerimizde masum masum oynadığımız ilk oyunlarla, biz farkında bile olmadan başlamıştır. Şöyle bir geçmişe yolculuk yaparsak, akla gelen ilk oyunlardan biri saklambaçtır mesela. Kaç ve saklan, seni bulamazlarsa kazanırsın. Yani özetle, “görünmez ol ve kurtul!” Oyunun mantığı bundan ibarettir. Bir de körebe oyununu ele alalım. Bir kişi ebe olur, gözleri bağlanır ve diğerleri de onun etrafında döner durur. Zavallı ebe de onları çaresizce kovalar ve el yordamıyla yakalamaya çalışır. Hep bir kaçma ve gizlenme durumu içeren türlü türlü oyun, yaşamın provası sanki. Sahi, tüm bu oyunları kim keşfetmiş ve amacı neymiş acaba?
Göz açıp kapayıncaya kadar çocukluk dönemi bitmiş ve ergenlik çağına erişilmiştir. Asıl kaçışlar da bu dönemlerde başlar. Geçmiş yıllarda belleklerimize yüklenmiş olan kaçış planları, bu kez somut ve soyut olarak daha sinsi ve daha yoğun bir biçimde girer devreye. Temelde, ruhun derinliklerinde gizlenmiş olan bir kimlik arayışı vardır aslında. Evde aile bireyleriyle oturmaktansa, kendi odasında ve mümkünse tek başına vakit geçirmek ister ergen kişisi. Böylece kendi özerk dünyasını kurar ve kontrolü ele alır ki somut kaçışa belirgin bir örnektir bu. Manevî olarak da “beni kimse anlamıyor” moduna geçiş yapar. Çoğumuz yaşamadık mı bu evreleri? Çokça fikir çatışmaları yaşanır ve isyan moduna giriş yapılır. Tüm bu kaçışlar sonrasında vardığın nokta her zaman SEN olursun. Ve her kaçışın nihayetinde kendinin farklı bir versiyonuyla tanışırsın. Bir çeşit hayat oyununa hazırlık olarak da tanımlayabiliriz bu hâlleri.
Yıllar geçmiş, ergenlik dönemi geride kalmış ve ‘yaşam’ denilen, hiç bitmeyecek maratonu başlamıştır genç bireyin. Alanı daha da genişlemiştir, eve sığmıyordur artık. Bulduğu her fırsatta dışarı atar kendisini, neresi olduğu önemli değildir, yeter ki evden uzakta olsun. Kaçış noktaları belirler kendisine. Özgür olma hevesindedir. Yeni çevreler edinir. Bazısı dışarıda sosyalleşir, bazısı da sanal dünyalarda kaybolur ki ‘saklambaç’ modelidir bu dünya; “görünmez ol ve kurtul!” Birey geçici bir süre için dış dünyayla bağlarını koparmış ve görünmez olmayı seçmiştir. Bu şekilde kendince sosyalleştiğini düşünür. Saatlerini, günlerini ekran başında geçirmeye başlar. Geçirilen zaman uzadıkça daha da çekilir kabuğuna. Kendi içine kaçmış gibi, hapsolmuştur sanal dünyanın derinliklerine. Farkında bile değildir belki hayatından çaldığının. Kendince haklı sebepleri de vardır. Sorumluluklarından, gelecek kaygısından, ailenin beklentilerinden ve toplumun yargılarından kaçmak için sığınmıştır bu limana. Ancak bir gün uyanacaktır ve asıl kaçtığının kendisi olduğunun farkına varacaktır!
Seneler birbirini kovalamış ve genç birey ellili yaşlara merhaba demiştir. Dile kolay, neredeyse yarım asırlık yolculuğunun yaşanmışlıklarıyla yoğurulmuş, kendisinin bilmem kaçıncı versiyonuyla tanışmıştır. Hayat oyununun ikinci yarısı başlamıştır artık. Aslında geçenin zaman olmadığının, kendisinin zamanın içinden geçen bir yolcu olduğunun bilincine varmıştır. Geçmişe nazaran daha olgundur. Farkındalıklar biriktirmiştir onca yıl içerisinde. Pişmiştir. Kendisini yoran her şeyden ve herkesten uzaklaşır. Sosyal sınırlarını net bir biçimde çizmeye başlar. Daha cesurdur. “Hayır” demeyi öğrenmiştir. Önceliklerini önemsemeye başlamıştır. Kaçışları daha içseldir artık. Gün olur öyle bir noktaya gelir ki, en büyük kaçış planını yapar; kendinden kaçış! Kaçışların nirvanasıdır bu. Hayata karşı sağlam bir duruş, bir tepki hareketidir. Eylem gibi düşünülebilir. Monotonluk can sıkıcı olmaya başladığında, “bir şeyleri yanlış mı yaptım acaba?” diye düşünür ve yüzleşir kendi hatalarıyla. Onca yıl boyunca, yaşamının yapbozunu tamamlayamamıştır bir türlü. Bazı parçaları yanlış yerlere koyduğunu fark ettiğinde çekilir bir kenara, kapatır kendini dış dünyaya ve ‘körebe’ oynarken gözünü açarak hile yapan ebenin oyundan çıkarılması gibi, sessizce çıkarır hayatından ritmini bozanları. Bir şeyleri yoluna koymak için yapmak zorundadır bu hamleleri. Parçalar olması gerektiği yerlere oturduğunda, ruhu hafifler insanın. Kabuğundan çıktığında, yine yeni kendisi ile tanışır! Kim bilir bu kaçıncı dönüşümüdür? Zaten hiç kimse, “Ben asla değişmem,” dememeli. Yaşam sahnesindeki rollerimiz, bizler yaş aldıkça değişir elbet. Bu değişimlerden ne kadar kaçmak istersek isteyelim, sonunda yine bumerang gibi döneriz benliğimize. Belki daha güçlü, belki daha kırgın. Ama bir şekilde dönülür o kürkçü dükkanına. Kendinizden pay biçin mesela. Yirmi yıl öncesinde izlemiş olduğunuz bir filmi, bugün tekrar izleseniz çok farklı olacaktır size katacakları. Her kaçış bir arayışa ve her arayış yeni bir başlangıca ulaştırır insanı.
İran edebiyat dünyasının önemli tasavvuf şairlerinden Ferîdüddîn Attâr’ın Mantıku’t-Tayr (Kuşların Dili) adlı mesnevisi, kaçış temasının en önemli eserlerindendir. Attâr, beşerin kendi özünü bulmak için çıktığı yolculuğu derinden tasvir etmiştir. Hikâyede bahsi geçen kuşlar, insanoğlunu temsil eder. Her kuş cinsinin farklı bir zaafı vardır, tıpkı insanlar gibi. Bülbül, aşka takılmış kalmıştır. Tavus, cennet hasretindedir. Keklik, mala ve mülke düşkündür. Şahin, iktidar peşindedir. Kaz, uzaklara özlem duyar. Hüdhüd kuşu ise bilgeliğin sembolüdür ve diğer kuşlara rehberlik eder. Bir de yedi vadi betimlenmiştir ki bu vadilerin her biri de insanın hayatı boyunca kaçtıkları ile yüzleşmesini sağlamaktadır. Ruhanî yolculuğu anlatan harika bir alegoridir bu eser. Hikâye şöyledir:
“Günlerden bir gün dünyadaki bütün kuşlar bir araya gelirler ve başlarında bir hükümdar olması gerektiğine karar verirler. Kayıp hükümdarları Simurg’u (Zümrüd-ü Anka) bulmak için yola çıkarlar. Bu yol ruhanî bir yolculuğu tasvir eder ve içsel kaçış başlar. Yolda aşılması gereken yedi vadi vardır;
1- İstek Vadisi, kaçışın başlangıcıdır.
2- Aşk Vadisi, akıldan kaçıştır. Yüreğin sesi dinlenir.
3- Marifet Vadisi, bilgiden kaçıştır. İnsan kendi hakikatine döner.
4- Vazgeçiş Vadisi, dünyevi bağlardan kaçıştır. Sadeleşme sürecidir.
5- Tevhid Vadisi, çokluktan kaçıştır. Sen-ben ayrımı ortadan kalkar.
6- Hayret Vadisi, bilgi sahibi oldukça kibirden kaçıştır. Dil susar.
7- Yokluk Vadisi, benlikten kaçıştır. Yeni benliğe erişilir.
Bu vadileri aşmak oldukça meşakkatlidir ve kuşların çoğu zorlu şartlara dayanamazlar. Bazısı korkudan yolda kalır, bazısı yorgunluktan telef olur ve bazısı da dünyevi tutkularına yenik düşerler. Sadece otuz kuş Simurg’un tahtına ulaşmayı başarabilmiştir. Simurg Farsça’da “otuz kuş” anlamına gelir. Tahtta bir ayna vardır ve kuşlar aynaya baktıklarında anlarlar ki; Simurg aslında ta kendileridir.”
Kuşların korkuları ile başlayan ve gerçekte kendilerinden kaçmalarını betimleyen bu yolculuk, yedi vadinin her birinde yaşadıkları değişim süreçlerinin sonrasında, tekrar kendi hakikatlerine ulaşmalarıyla sona ermiştir. Her kaçışın nihayetinde yenilenmiş, değişmiş ve dönüşmüş olarak bir kez daha doğan beşerin ruhsal yolculuğunu ve tekamülünü tasavvufî bir üslupla betimlemiştir Attâr. Bahsi geçen yedi vadinin her biri de bu dönüşüm yolunda geçilen mertebeleri simgelemektedir.
Kendine Sürgün
Velhasılkelâm, sen senden ne kadar kaçarsan kaç, sonunda varacağın yer yine sen olursun. “SİMURG SENSİN!”
Karanlığın perdesi inmişti yine
Göğün en derinlerinden
Akıl öylesine karışık ve bulanık
Yorgun düşmüş müebbet düşüncelerden.
Gitmek istedi, çekildi inzivaya
Kaçtı cümle âlemden, kendinden
Bir şimşek çaktı ruhunda, aydınlandı dünya
Loş aydınlıklarla yetinirken.
Uyanmıştı içindeki tutsak Simurg
Mutlak sessizliğin orta yerinden
Nadastaki zihninde bin bir melodi
Tebessüme dönüştü suretine yansırken.
Fırtına başlamıştı tininin dehlizlerinde
Sıyrıldı tüm kasvetten, gamdan, kederden
Paslanmış duygular savrulup gittiğinde
Dindi boran, sızdı ışık gönlüne bir yerlerden.
Uyandı sonra
Ruh yolunu arıyordu çıkmaz sokaklarda
Öylece bakakaldı dipsiz boşluğa
Başladı yaşamı sorgulamaya.
Düşündü, taşındı inceden inceden
Kovdu kırk tilkiyi, düşünceler taşınırken
Aymıştı gün sabaha, ruh aydınlığa
Tanışmıştı benliğiyle yine, yeniden…



