Sanki birisi peşimden kovalıyormuş gibi hızlı hızlı yürüyordum sokakta. Akşam karanlığı kış mevsimi olduğu için bütün sevimsizliği ile şehrin üstüne çökmüştü. Saat akşam yedi suları idi sanırım, ama kaygım o kadar hızlı beynimi işgal ediyordu ki, sokakta gece yarısı sanki evsiz kalmışım gibi ruhum sıkılıyordu. Kendimi oyalamak için önümde yavaşlayarak geçen minibüsleri takip ediyordum gözümü hafifçe kaldırarak. Bu bana çocukluğumdan beri iyi gelen bir şeydi, sanki korkularımın önünde bir duvar örerdi. Hem plakaları okurdum hem de güzergahları tekrar ederdim hafif sesle.
06 DS 11 Ayrancı-Etimesgut
06 BL 25 Hacıbayram-Mamak
Ben bunları yarım sesle okumaya devam ederken, yanımdan benden de hızlı yürüyen genç bir delikanlının şaşkın bakışları ile karşılaştım. Hemen kafamı çevirip yere doğru bakarak yürümeye devam ettim. Hiç kendi kedine konuşan insan görmemişti sanki? Bankadan çıkış saatimi hâlen ayarlayamıyor gene çıkışım karanlıklara kalıyordu. Oldum olası akşamları sokakları sevemedim. Tekinsizlik halinin hep aynı yollarda üstüme yapışmasından bıktım. Yaz gelince öyle olmuyorum. İç sıkıntım geçiyor, akşam bulantılarım azalıyor, nefes alıyorum bu saatlerde adeta.
“Akşam ezanından sonra eve gelmeyin” derdi, kendisi gecenin geç bir vaktinde herkesin dediğine göre solcular tarafından bıçaklanan sözde ülkücü babam Rasim. 35 li yaşlardaymış hayatını kaybettiğinde. “Su testisi su yolunda kırılır” demişti annem, az da olsa bu ölümden bahsederken genç kızlığımda. Anneme göre babamın “dava” dediği saçmalığa karşı, katiller amcamlar tarafından arandı, yakalama yeminleri edildi. Yedi gün süren tören; sürekli kesilen elektriklere rağmen, eve konulan mum ışıklarıyla, kadın erkek ayrı odalarda babam için okunan mevlitlerle, zoraki çekilen ahlar vahlarla ve sonunda görevlerini Allah’a karşı tam yapmanın rahatlığıyla dolmuş midelerle eve giden kasaba ahalisi ile sona erdi… Her vakit annemin soğuk duruşu karşısında, bembeyaz büyük dişli, hayal meyal hatırladığım esmer yüzlü, ergen canlılığı ile gülümseyen babamın tezat görüntülerinin, büyüdükçe zihnimde kaybolması karşısında çocukluğumun vakitleri, hiç konuşulmadan kayboldu gitti. Hiç yas yaşamadan, pek de bir şey anlamadan…
Daha da sıklaştırdım adımlarımı. Apartman dairelerinin ışıkları yanmaya başlamış, hafifçe çiseleyen yağmurda evlerine varmaya çalışan topuk sesleri eşliğinde tanımadığım insanların sofra başı etrafındaki sesleri gelmeye başladı kulaklarıma. Yeni pişmiş yemeklerin eve yayılan soğan kokuları eşliğinde önlükleri ile sofrayı hızlıca kurmaya çalışan kadınlar, soğuk donuk yüzlü, fazla ciddi bir biçimde sofranın baş köşesinde oturan babalar, zaman zaman etrafa dolan şaşkın gezinen gözleri ile çocukların bulunduğu kurallı, az sohbetli, donuk sofralar…
Şişman zengin yengemin, onun ağzının içine bakan amcamın ve birkaç kirada oturan ailelerden oluşan apartmanımızın, babamın vefatından sonra çalınan kapı zillerimizin azaldığı bir vakitte, annemin sadece babamdan aldığı dul yetim maaşıyla geçinemeyeceğimiz anlaşıldığında bir huzursuzluk başlamıştı aile dediğimiz apartmanda. Basit makyajlı, şişman teninden salınan hafif ter kokusuyla salınan, evinin reisi olan zengin yengemin de talimatları açıklandı bize amcam tarafından. “Yetiştirmeye çalışın Hayriye, herkesin kendine faydası dokunuyor bu devirde, olmazsa bir iş geliversin elinden”.
Akşamları okuldan geldiğimde pencereden beklerdim onun kasabada işe başladığı fırından dönmesini. Fırından döndüğünde üzerindeki tarçın ve pişmiş un kokusunu çok severdim. “Akşam annesi kokusuydu” o benim için. Kasabanın zengin ailelerinin, elde yapılmış bu sıcak pandispanyaları, tarçınlı elmalı çörekleri ile karşıladığı misafirleri arttıkça annemin sırtındaki yükü artıyor, eve geldiği saatlerde geç vakitlere kalıyordu. Pencerede bekleyen kaygılı gözlerim bedenimden çıkar sokaklarda gezinmeye başlar, minibüslerin plakalarını takip edip hangisinden ineceğini merak ederken, annem fırıncının kocasının arabasından indi, geç kalmak zorunda kaldığı akşamların birinde. Babacan Hayri amca tarçın kokulu annemin mesai farkını kendine göre borç bilmiş, evimize kadar kardeşim dediği kadını bırakmayı şerefli bir görev saymıştı kendince.
“Sen beni katil mi yapacaksın Hayriye Hanım -birden Hayriye kardeşim hanıma dönmüştü- gecenin bu saatinde hususi arabadan inmek de neyin nesi! Kardeşim mezarında ters dönmüştür, bitti bu iş.”
Ağzından köpükler çıkararak, merdivenleri üçer beşer atlayıp adeta evimizi basan öfkeli amcam ve sinsi bir şekilde anneme gözlerini diken, süslü, ter kokulu yengem…Tarçın kokuları birden bitti, emekleri karşısında neredeyse adı, elinin tadı ile birlikte anılmaya başlayan annem, kenarda söndü kaldı birdenbire.
Bir komşusunun eski, kullanmadığı dikiş makinasıyla, adeta pencereden kafasını bile uzatmayarak evde önce konuya komşuya sonra da kasabanın ileri gelenlerine dikişler dikmeye başladı. Etekler, pantolonlar, hatta abiye kıyafetler… Ev renkli iplikler, makaslar, yırtık kumaşlarla doldu taştı adeta. Babamın vefatına bile bu kadar gözyaşı dökmeyen annemin, fırından ayrıldıktan sonra gizli gizli yasını yorgan gibi üstüne çektiğini ve gözyaşlarıyla yastığını ıslattığını bilirdim ama bu terzilik işinin kariyerinde onu bir yere taşıdığını gördükçe bunların üstesinden geleceğini de biliyordum.
Bankadaki kariyerim kasabamızın çok da uzak olmayan başkentine beni sürüklediğinden beri akşam yalnız yaşadığım evime gidişlerimde, kışın kafamdaki bu düşünceler beni böyle meşgul ediyordu. Akşam ezanları okunuyor, minibüslerin plakaları takip ediliyor, amcama öfkem halen beni yoruyor, annemin o apartmanda yaslı ve yalnız olması hep beni düşündürüyordu. Bankada elimden geçen paralar, çekler, müşteri kaprisleri, herkesin biricikliği yorgunluğumu gün içinde arttırsa bile, en büyük kafa yorgunluğum eve doğru koştururken beni zorlayan bu düşüncelerde oluyordu.
Sonunda eve varıp yalnızlığımın ışıklarını açtım. Düzenli, toplu ve sessiz evime baktım dikkatlice. Kahvemi alıp duşa girmeden annemi aradım. Yorgun sesini duyduğumda içimde bir acı hissettim derinden.
“Oturduğun daire babamdan bize kaldı. Amcamı arayıp satacağımı söyleyeceğim.”
Neler diyorsunlar, panikler, yalvarmalar, işimi bırakmamlar, izin alamamalar, gözyaşları!
“Burada da aynı işi yaparsın, hem ben eve geldiğimde ışıklarımın yandığını göreceğim, minibüs plakalarını takip etmeyeceğim anne. Hatta hızlı hızlı bile yürümeyeceğim. Konuşurum amcamla. Oradan ayrılacağını söylüyorum”
Huzurla duşa girdim. Halledecektim bu işi. Aynanın önünden geçerken yüzüm gözüme takıldı. Nasılda geniş bir gülümseme vardı yüzümde. Rahat, emin ve kararlı…