Kalabalıktan uzaklaştıkça çoğalıyorum. Dışarıdaki sesleri susturdukça, kendi sesimi daha berrak duyuyorum. Yaratıcı güç, tam da bu sessizlikte çağlamaya başlıyor zihnimde. Evdeki el ayak çekilince, sırtlandığım sorumluluk kamburumu usulca yere bırakıp yalnızca kendim olabildiğim, günden bana kalan birkaç kaçamak saate sığınıyorum. Her geçen gün o kamburu tekrar sırtıma almalarım gecikiyor ve biliyorum bir gün tamamen bitecek.
Önceleri, o kamburu sırtımdan indirebileceğimi bilmiyordum. Onunla doğduğuma, bunun kaderim olduğuna inanmıştım. Üzerinde konuşulmamış, öğretilmemiş ama her kadının bir şekilde devraldığı o görünmez yük. Ev işi,temizlik, yemek yapma, çoçuk bakma ilk akla gelen doğumla devraldığımız sorumluluk kamburları. Bununla yaşamayı öğrenmiştim. Yalnızlıkla tanışmam önce tedirgin ediciydi; sessizlikte ne yapacağımı, nasıl duracağımı bilmiyordum. Ama zamanla, korka çekine kendime ayırdığım bu anlar, tek kişilik dev şölen kutlamalarına dönüştü. Yalnızlığın yaratıcı gücü ile yine böyle bir günde karşılaştım.
Dikkatimi başkalarının sözlerinden, bana dayatılan yüklerden, toplumun benden beklentilerinden çekip kendi içime yönelttiğim anda içeride konuşulanları fark ettim. Benliğimin derin sularında, daha önce hiç dokunulmamış düşünceler, kelimeler, imgeler kıpırdanmaya başladı. Yalnızlık bir insanlık hâliydi ve o hissedilen boşluğu neyle doldurmak istersen iste, dışarıdan gelen hiçbir şey yetmiyordu. Gereksiz bağımlılıklar, başkalarının doğruları, ekranlardan taşan hayatlar. O boşluğu doldurmanın tek yolu, kendimle kalabilmekti.
Simone de Beauvoir’ın sıklıkla bahsettiği gibi, insanın kendini oluşturma süreci başkalarının gözleri önünde değil, kendi bilinciyle baş başa kaldığı anlarda mümkün oluyordu. Hele de kadın için, çünkü kadın, önce kendi sesiyle buluşmalıydı. Kendi sesimi bulmadan önce kim bilir kimlerin sesiyle konuşuyordum? Biraz annemin, biraz babaannemin, biraz da komşu teyzenin sesi. Üzerinde farkına varmadan taşıdığım bu kolektif yankı, sessizliğe çekilmeden fark edilmiyordu.
Virginia Woolf’un “kendine ait bir oda” talebini ilk okuduğumda, onun annesiyle bu fikrini paylaşabilip paylaşamadığını merak ettim. Yazılarında annesine duyduğu derin bağlılığı ve yokluğunun onda açtığı yarayı görmek mümkündü. Annesinin mükemmeliyetçiliği, Woolf için hem hayranlık uyandırıcı hem de ürkütücü olmalıydı. Ama annesinin yokluğu, bir yandan onu özgürleştirirken, bir yandan da yoksunluk yaratıyordu. Annesine bu fikriyle gittiyse aldığı cevabı hep merak ediyorum. Kadının kendine ait bir alan talebi bugün bile hâlâ tam anlamıyla kabul görmüş değil. Patriyarka, kadını hem kamusal alandan dışlayıp eve hapsetmekte hem de yalnız kalmasını “sakıncalı” bulmakta.
Üstelik bugün, omzumuza yüklenmiş sayısız sorumluluk yetmezmiş gibi, odağımızı kaybetmemize neden olacak daha fazla dikkat dağıtıcıyla çevrelenmiş durumdayız. Telefon ekranları, sürekli bildirimler, bitmeyen sosyal medya akışları… Çalınan dikkat, modern dünyanın görünmez zincirlerinden biri hâline geldi.
Kendimle baş başa kalmayı yeni keşfettiğim zamanlarda Beauvoir ve Woolf, sık sık bana misafir oldular. Gecenin sessizliğinde, çaylarımızı yudumlarken hararetli sohbetlere daldık; bazen kıkırdayan kız çocukları gibi, bazen derin düşünen yazarlar gibi. Yalnızlığın dışarıdan bakıldığında hareketsiz görünmesine rağmen, içeride hummalı bir inşa süreci olduğunu onlardan öğrendim. Düşünceler, anılar, sezgiler; hepsi ancak bu yalnızlıkta birleşip kendine bir ifade yolu bulabiliyordu. İnsan, başkalarına ayırdığı dikkati kendine yönelttiğinde, zihninin daha önce hiç görmediği odaları keşfedebiliyor.
Ve böylece yalnızlık, bir geri çekilme değil, kendini yeniden inşa etmenin en önemli duraklarından biri oldu. Ama modern dünya, bu gücü bile metalaştırmaya çalışıyor. Kadının kendini bulma süreci, “kişisel gelişim” adı altında pazarlanan hazır reçetelere dönüştürülüyor. Dijitalleşen dünyada dikkatimiz o kadar sistematik bir şekilde çalınıyor ki, kendi iç sesimizi bulmak adeta bir labirentte kaybolmaya benziyor.
Bu yüzden en çok, bu tuzaklardan kaçmaya çalışıyorum. Yalnızlık, kadınlar için sadece sessizlik değil; dikkatini geri kazanmanın, kendi öz benliğine yönelmenin, yaratıcı gücü yeniden hatırlamanın bazen de sadece durmanın adı oluyor. Çalınan dikkat, dijital çağın kadına vurduğu yeni zincir olabilir. Ve kadının kendine ayırdığı her an, ayağına dolanan zincirden kırdığı bir halka olacaktır. Sosyal medyada dayatılan annelik kalıplarından, “ideal kadın” masallarından ve başkalarının hayatlarını ölçü alan sahte başarı hikâyelerinden uzaklaştıkça, kendime ait odanın kapısı biraz daha aralanıyor.
Yalnızlık, artık benim için bir eksilme değil, kendi kendime kurduğum en verimli, en sahici gerçeklik oldu. Bir çok cephede birden savaşan kadınlar olarak bu çalınan zaman cephesi en yeni ve sinsi olanı. Yaratıcı sessizliğin, derin düşüncenin ve uzun soluklu üretimin en temel koşullarını aşındırıyor. “Kısa dikkat dilimleri” yaratıldıkça kadınların kendi içsel ritimlerini kurmaları, düşünceyi olgunlaştırmaları ve kendilerine ait projelere yoğunlaşmaları zorlaşıyor. Dikkat, parçalandıkça benlik de yüzeysel pratiklere yönelip; derinlik yerini gösteriye bırakıyor. Dikkatin sürekli parçalanması sadece bireysel bir sorun değil; politik ve ekonomik bir sorun olarak da okunmalı. Kullanıcı davranışları toplanıp, analiz edilip ve tüketim alışkanlıklarını şekillendirecek biçimde yönlendirilmesi bireyi ve en çok da kadını tüketim girdabına düşürmekte.
Tüm bu yeni dijital kuşatmalar altında kendi dikkat bütçesinin bilincinde olmak, hesaplı görünürlük politikaları geliştirmek, üretken zaman için fiziksel ve zihinsel sınırlar koymak, topluluklarla dayanışma içinde alternatif estetik ve anlatılar üretmek gerekiyor. Audre Lorde’un hatırlattığı gibi sessizlik ve yalnızlık bazen yeniden toplama, tekrar düşünme ve kolektif bir dil kurma imkânıdır. Bu, kişisel bir kurtuluş kadar politik bir hamledir. Erkek egemen sistemin tüm dayatmalarına karşı kadınların en güçlü silahı, dikkatlerini kolektif olarak geri kazanma iradesi; kendilerine ait zaman ve mekanlar yaratma çabası ve dayanışmadır. Zira zamanın ve dikkatin politik olduğu yerde, özgürlük de yeniden yazılabilir.



