Pazartesi, Ekim 27, 2025

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

La Virgen Roja

Orijinal adı ile La Virgen Roja.
Müthiş etkileyici, gerçek hayattan uyarlama, toplumsal normlara vurgu yapan biyografik bir film.

Film, Aralık 1914 ve Haziran 1933 yılları arasında yaşamış Hildegart Rodriguez Carballeira’nın gerçek hikâyesi. İnsanlığın geleceğini şekillendirmenin kadınlardan geçtiği ve kadınlara düştüğünün 1930’larda bilincinde olan ama bu bilinci çok yanlış ve hastalıklı yerlere vardıracak kadar sert ve acımasız mizacı ile ortaya koyan, filme damgasını vuran anne Aurora Rodriguéz ile tanrısal tasarımının nesnesi olarak gördüğü kızının öyküsü.

Film kadının toplumsal yerini hem tarihsel hem modern bir potada değerlendiriyor. Politikada kadın bedeninin kullanılmasını da eleştirerek, bugün için bile kadın özgürlüğünün elde edilmesinin ne kadar zor bir ihtiyaç olduğuna vurgu yapıyor.

Katı kurallı anne filmin başında “Uygulamaya geçmeyen fikirler acizdir,” der ve sadece kendine ait olacak bir evlat dünyaya getirmeye karar verir. Fizyolojik katkı yapacak ancak sahip çıkıp da açıklayamayacak birini bularak bu isteğini gerçekleştirir. Öjenik bir kız çocuğu ve ilk özgür kadını doğurduğunu, onu ilk kucağına aldığında biliyordur. Kızı, onun tanrısal projesidir artık.

Yönetmenliğini Paula Ortiz’in yaptığı, başrollerde Necua Nimri ve Alba Planas’ın oynadığı, müziklerini Juanma Latorre ve Gu Ille Galvan’ın yaptığı, ABD ve İspanya ortak yapımı olarak çekilen, sanat kokan, sıra dışı, keskin, aynı anda hem devrimci hem romantik duygulara dokunan; sonu ile yüreklere ateş düşüren bir film.

Radikal, devrimci ve duygusal ama zincirlerini kırmaya çalışan dahi bir genç kızın; katı, takıntılı ve düşüncede ve tavırda hastalıklı, kontrolcü bir annenin kızı ile olan sıra dışı ve patolojik ilişkisinin anlatıldığı sarsıcı bir film La Virgin Roja.

Tarihe geçen aktivist kadınları, sancılı ve biyografik filmleri seviyorsanız seyredilecekler listenize alabilirsiniz. Film içinde Nietzsche’nin üst insan felsefesini, Jung’un arketiplerini, Milgram’ın itaat, Butler’ın toplumsal cinsiyet, Freud’un narsistik ebeveyn kuramını yer yer görmek mümkün.

Film Madrid’de, İspanya Cumhuriyeti’nin yeni ilan edildiği yıllarda geçmekte. Sadece özgürlüğü kendine tanıyan ruhu ile anne Aurora, o yıllarda katı bir disiplin ve kural yumağı içinde dünyayı değiştirebilecek, kadın devriminin aktivisti, öncüsü, sözcüsü olabilecek kadar akıllı ve farkındalıklı, dahi bir kız çocuğunun içindeki cevheri çıkarmasını sağlayacak şekilde proje olarak yetiştirmek istemiş ve başarmıştır. Sekiz aylıkken konuşmaya, iki yaşında okumaya, üç yaşında yazmaya başlamıştır dahi kız. Sertifikalı daktilo kullanıcısıdır. Kızının hayatın her dakikasını planlayan katı kurallı anne, beslenmesi ve hijyenini de katı tavrı ile yönetmektedir. Dahi kız çeviri yapıyor, beş dil biliyor ve bu dilleri de akıcı kullanıyordur.

Bu şekilde yıllar geçmiş ve dahi çocuk çok güzel bir genç kız olmuştur. Anne Aurora ve artık 16 yaşında genç bir kız olan Hildegart, bir gün gazetenin yazı işleri bürosuna ellerinde Hildegart’ın kadın cinselliği üzerine yazdığı müthiş yazısı ile giderler. Tam da o gün İspanya’da Monarşi’nin yıkıldığı ve Cumhuriyet’in ilan edildiği gündür. Editör Guzman önce görüşmez. Israrcı anne Aurora, editörün odasına zorla girer ve kızını da peşinden aynı kararlılıkla sürükler. Ancak ünlü editör yazının Hildegart tarafından yazıldığına inanmaz. Ciddi ve kararlı anne Aurora, yazıyı yazanın kız değil de erkek olsaydı yeni bir dahi keşfetmenin keyfini yaşayacakken bir genç kıza inanmayarak onu bilerek ve isteyerek aşağıladığını söyler.

“Deha sadece erkeklere mi özgüdür?” diye sorar incinen genç kız editöre. Deneyimsiz olmasına rağmen bu konularda derin öngörüsü ve bilgisi ile dahiyane konuşmasıyla editörü sonunda yazıları yazanın kendi olduğuna inandırır ve kitabı basılır. Cumhuriyet’in ilanı ile de politik olaylar artar ve sosyalist, aktivist dahi kız; herkesi büyüleyen konuşmalar yaparak girdiği partide tek kadın olarak hem yükselir hem de şimşekleri üzerine çeker.

Dahi ve güzel kız Hildegart, türlü toplantı ve gösterilerde ona çok ilgi gösteren ve beğenisini gizlemeyen, kendisi gibi aktivist ve sosyalist genç delikanlı Abel Viella ile tanışır. Bu arada kapalı çevrelerde ve o yıllarda kadının cinselliği ve hakları konusunda konuşmasını ve hatta yazmasını istemeyen gruplar tarafından tehdit edilirler. Hatta bir gün kapıyı açtıklarında, koridordaki duvara kadın düşmanı bir grafiti çizildiğini görüp evde korunma amaçlı bir silah bulundurmaya karar verir anne Aurora.

Art arda kitapları çıkan ve çok beğenilip desteklenen genç kız, tutku dolu aktivist konuşmaları ile sosyalist parti ve medeni okur kitlesini hem büyülemekte hem de kadınların başarmasını tehlikeli bulan bir kitleyi de düşman edinmektedir. Yine kadın hakları ile ilgili ateşli bir konuşma sonrası kitabının imza gününde delikanlı Abel ile tekrar karşılaşır ve ona âşık olur. Gençlerin arasındaki aşkı fark eden otoriter anne, âşıkları ayırmak için harekete geçer.

‘Kadınlar anne olmanın büyük önemini anlamış olsalar, bu görevi yerine getirirken en yüksekleri hedeflerlerdi’ gibi vurgulu ve şahane bir cümle ile başlayıp maalesef trajik, korkunç ve haksız bir son ile bitmek zorunda kalan, son sahnesiyle seyredenlerin -ve tabii ki benim de- hafızamdan silinmeyecek bir film La Virgin Roja.

“Önemli biri olmak kaderinde vardı. Hepimizin içinde o ilk olacaktı.”
“Devrimler insanlar özgürleşip hazır olduğunda başlar, mecbur bırakıldıklarında değil.”
“Özgürlük gölgelerle savaşmakla başlar.”
“Siyaset buğday gibidir, beklemez.”

Bunlar filmdeki bazı çarpıcı cümleler.

Filmi toplumsal, sanatsal ve ruhu yaralayan yönü ile çok etkileyici buldum. İnsan başkasını suçladığında kendisiyle yüzleşmek zorunda kalmıyor. Hep başkalarını suçlayan ve kısıtlayan birinin düşmana ihtiyacı yok. Kendi kendinin kafesi haline geliyor ve sonunda da hep masum ve belki de vizyonu sonsuz parlak birilerinin — genellikle de bu bir kadın oluyor — geleceğine etki edecek herkes için acı bir sonla mühürleniyor.

Bu zarif ve dahi genç kız, dünyayı değiştirmek, kadınlara en cesaret edilmemiş konularda öncü ve sözcü olmak için doğmuştu. Özgür bir toplum için savaşacak kadar istekli ve yetenekliydi. Toplumun ve annesinin dayattığı kimliği yıkıp özgürleşme arayışında galip gelebilirdi. Ancak ne izni ne de vakti oldu.

Filmi seyrederken, böylesine özel duygularla geleceğin özgür genç kadının yetiştirmek için yola çıkan bir annenin ne olup da kendini tanrı yerine koyarak hastalıklı duygularının esiri olduğuna anlam veremiyor izleyici.

O yıllardan bu yıllara hâlâ farklı farklı şekillerde toplumda rollere soyunan kadın kısıtlanıyor, yaralanıyor ve hatta yok bile edilebiliyor. Kadın kimliğini toplumsal normlara kurban etme, özgürlük yolunun her türlü kontrol edilmesi, kadının varoluş hakkının gaspıdır.

“Üç kurşun sıkıldı bedenine” cümlesiyle başlıyor film. Jenerik sonrası beyaz kıyafetler içindeki, gözlerinin kapalı olduğu sahnede, elinde kızıl bir çiçekle yatakta yatıyorken Hildegart.

Kısıtlamalar, kontroller, kadının gelecek hayallerine vurulan darbeler çağlar boyu süren acı gerçek. Eğitim bu konuda hep ilk şart. Kadının öz benliği, özgürlüğü ve kimliği, toplumsal normların zorlamasıyla değil; sadece toplumsal değerlere karşılıklı saygıyla kurulabilir.

Kadınlar her zaman birbiriyle anlaşırken, çatışırken, aynı zamanda birbirlerini dönüştüren ilişkiler içinde olacaktır. Toplumsal, ailesel, kişisel baskılardan kurtulmak ve geleceğe miras kalacak daha özgür hayatlar için her dönem içlerinden gelen tanrısal güçle mücadele edeceklerdir. Yeter ki sağlıklı düşünmek ve sağlıklı davranabilmek için bilinçleri eğitelim, doğru besleyelim, iyiye hedefleyip geliştirelim.

Unutmayalım ki evren ortak evimiz.

Berna Kiper
Berna Kiper
İzmir doğumlu, Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunu. Yönetim Ve Organizasyon bölümünde yüksek lisansın yanı sıra 15 yıl eğitimcilik yaptı. “Bu Öykülerin Dili Var” isimli kolektif kitapta “Soğuk Pruva” adlı öyküsü yayınlandı. Onedio’da “Adalet Dediğimiz Olgu” ve “Korkmaktan Korkma” başlıklı iki makalesi yayımlandı. Evli, iki çocuk annesi.

POPÜLER YAZILAR