Ev dediğimiz şey, bazen bir sesin yankısıdır; bazen mutfakta kaynayan çayın buharında saklı bir huzur. İnsan çoğu zaman eve döndüğünde yalnızca bir kapıyı değil, kendini de açar. Dışarının kalabalığı, gürültüsü, yükü ardında kalır; ev ise sığınak olur, güvenli bir liman gibi. Kimi zaman çocukluk anılarının kokusunu taşır duvarları; kimi zaman da bir battaniyenin altında kıvrılıp unutulmak istenen yorgunlukları. Ev, bir çatının altından fazlası olur: ait olmak, sevilmek, dinlenmek… Tüm hayat koşuşturmasının içinde insanın kendini bulduğu küçük bir duraktır.
Peki herkes için aynı anlamı mı taşır ev? Didem Madak gibi, şiiriyle taşan, duygularını duvarlara sığdıramayan kadınlar için neydi ev? Belki de onlar için ev; duyguların bastırıldığı, susmanın yüceltildiği, pembe panjurlu masalların içinde boğuldukları bir yerdi. Belki de ev, hiçbir zaman huzurun değil; kırılganlığın, kaybın ve yalnızlığın adıydı. Madak için ise ev; güvenli, huzurlu bir yuva değil, çoğu zaman kadınların içlerine gömüldüğü bir suskunluk odasıdır. O evin içinde yemekler pişer, perdeler yıkanır ama duygular dile gelmez; acılar halının altına süpürülür. Başkalarına ait olmanın, kendinden vazgeçmenin yeridir.
Ayrıca bir kadın olarak toplumun ona dayattığı roller ‘makbul ev kadını’, ‘fedakâr anne’, ‘sessiz eş’ onun iç dünyasında büyük bir çatışmaya dönüşmüştür. İşte bu yüzden şiirlerinde ev; sıcak bir sığınaktan çok, kaçmakla kalmak arasında sıkışılan bir ara mekândır.
“Evcilik oynadım yıllarca / Kendime rastlayana kadar.” dizeleri, Didem Madak’ın kadınlık deneyimine dair derin bir sorgulamayı barındırır. Burada ‘evcilik’, toplumsal olarak kadına biçilen rolleri — eş olmayı, anne olmayı, susmayı, katlanmayı — çocukça bir oyunun içine yerleştirerek ironikleştirir. Kadın, bu rollerin içinde gerçek kimliğinden uzaklaşır; başkalarının beklentilerine göre yaşamayı bir tür oyuna dönüştürür. Ancak şiirin kırılma noktasında, “kendine rastlamak” vardır — yani uyanış, fark ediş ve artık bu oyunun dışında kalma arzusu. Madak, bu iki dizeyle evin ve toplumun kadına dayattığı hayatın ne kadar sahte ve tüketici olduğunu çarpıcı bir biçimde ortaya koyar.
“Ben her şeyin acemisi / Ve her şeyin en güzeline layık olanıydım.” dizeleri ise toplumun kadınlara dayattığı “hem kusursuz ol hem de yetin” beklentisini ironik bir dille ters yüz eder; acemi olduğunu söylerken bile en iyiye layık olduğunu savunarak bu çelişkiyi şiirle ifşa eder.
Başkaldırışını yüksek sesle değil; ince ince, şiirin aralarına sızan bir sitemle yapar. Kadınlardan susmaları, katlanmaları, sebat etmeleri beklenirken o acısını da, öfkesini de en ince ayrıntısıyla yazar. Madak’ın şiiri, bir kadının kendi iç sesini bulmasıdır ve bu sesin duyulması başlı başına bir isyandır.
Şiirleriyle kadınları evin dar koridorlarından çıkarıp evrenin sonsuzluğuna saldı. Onun dizelerinde kadın, artık sadece ‘birinin karısı’ ya da ‘birilerinin annesi’ değil; kendi öyküsünün kahramanıdır.
Bazen bir başkasının hikâyesine omuz vermek, kendi satırlarımızı silik bırakır. Oysa insan en çok kendi hikâyesinde anlam bulur. Ev sadece dört duvardan ibaret değilse, kadının adı da yalnızca bir etiketten ibaret olamaz. Kadına verilen soyadları, hangi aileye ait olduğunu söyler ama kim olduğunu anlatmaz. Tıpkı annelik gibi… Elbette çocuklar değerlidir ama bir kadının yalnızca anne kimliğiyle var olması, onun sessizce taşıdığı öykülerini görmezden gelmektir. Didem Madak’ı büyük bir şair yapan ne taşıdığı soyadıydı ne de anneliği; o sadece ‘Didem’ olarak yola çıktı. Acılarına, yaralarına, kayıplarına kendi sesiyle dokundu. Toplumun ona biçtiği kalıpları değil, kendi benliğini yazdı dizelerine. İşte bu yüzden onun şiiri, bize de kendi içimize doğru yürüyebilmenin cesaretini veriyor.
Gerçek olan, insanın kendi öyküsünün başrolü olabilmesidir. Belki de Didem Madak’ın yaptığı gibi, mutluluğu aramaktan vazgeçmek gerekir. Kulağa zayıf bir özellik gibi gelse de en büyük güç, mutsuzluğu inkâr etmeden onu yoğurabilmekte saklıdır. Çünkü her zaman mutlu olmayı beklemek değil, acıyı şiire, içimizde kalanları da söze dönüştürmek insana gerçek bir derinlik kazandırır. Bu yüzden Didem Madak, edebiyatta eve sığmayan kadınların en özgün seslerinden biridir.
Duvarların Ardındaki Kadın, Didem Madak



