Cumartesi, Kasım 22, 2025

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Kırmızılı Kadın

Soğan doğramaktan nefret ederim. Elli yıldır alışamadım kokusuna. Gözlerimin yaşı da hiç dinmez, sürekli ağlarım. Bazen soğandan da olsa, gözlerimin yaşının akması iyi gelirdi bana. Ağlamayı çok zor becerdiğimden midir nedir, gözlerimi önlüğümün üstüne silmek bile bana izlediğim eski Türk filmlerini hatırlatırdı. Kadınların ağlamalarına mendil uzatan romantik adamlar… Benim gibi hiç soğan doğramamış, önlük takmamış, küçücük bir mutfakları olmamış mini etekli güzel kadınlar… Gözleri kalemle çekilmiş, dudakları boyalı, hep genç kalacak yaşlarda, coşku ile yapılan doğum günü partilerinde dans eden güzel kadınlar… Şımarık kadına âşık olan adamın diğer erkekle girdiği rekabetler… Ne kadar da gurur okşayıcıdır, kim bilir. “Ben bilecek değilim ya,” diye kendi kendime güldüm.

“Sen ne bilirsin ki kitap okumaktan başka? İyi ki bir lise bitirmişsin,” diyen kocam… Benim belki de bu evin içinde kendim için yaptığı tek işe hep sinir olan, geceleri yastığının altında tabancasını saklayan, evden pazara, pazardan mutfağa giden düşe kalka taşlı yollarımda onu bir gün aldatırsam hemen silahına sarılıp beni vuracak olan kocam… Zavallılığına ve beynindeki örümceklerin onu nasıl esir aldığına onun adına eskilerde çok üzülürdüm. Şimdilerde ise artık yastık altındaki silaha ne kadar alıştığımı fark etmek, kendi adıma daha da çok üzüyordu beni. Alışmak hissi, korku duymaktan daha ağır geliyordu bana. Türk filmlerinde sevgilinin rekabet edeceği adam ya da adamlar vardı ama, kocam hayalindeki bir adama öfkeleniyor ve onu yok etmenin yollarını arıyordu bence.    

Elim kesildi birden bıçaktan. Kanayan parmağımı ağzıma götürüp emdim hızlıca. Canım acımıştı çok. “Bir daha bıçakları bileyle demeyeceğim kocama,” diye düşündüm. Kapalı balkonun penceresine kafamı çevirdim öylesine. Birden pencereden bana bakan bir kadın gördüm. Kumral, kahverengi gözlü, gamzeli bir kadın. Oradan beni seyrediyordu gülümseyerek ve sessizce.

“Dördüncü kata nasıl tırmanmış acaba?”

“Rabia, Rabia kız, hele bana bir bardak su getiriver.” Bıraktım hemen bıçağı elimden, koştum kaynanamın ağır kokan odasına. Koşmadan önce son bir kez pencereye bakıp, “Hele geliyorum bekle,” diyerek gülümsedim ona. Aceleyle suyunu götürdüm kocakarının. 

“Ne duymuyorsun, kaçıncıya bağırıyorum sana? Sağırlık mı geldi üstüne?” Hiç ses bile etmedim onun döşekte bir ayağını altına almış, bir elinde tesbih çeken görüntüsüne bakarken. Neyine sabır isteyen tesbih çekiyordu ki sabra ihtiyacı varmış gibi, bu evde sabreden sadece ben olduğum hâlde? Kendi kendime kızarak bardağı geri alıp çıktım odasından. Koşarak mutfağa geldim, “Orada mıdır acaba?” diye, yoktu kimse camdan içeri bakan. İçim buruldu, çok üzüldüm birden. Komşu Ayşe ablamdan başka arkadaş edinmeme hiç izin yoktu bu evde. Ne iyi olacaktı dursaydı burada, hem benim dışarı çıkamama da gerek kalmadan lak lak yapıverirdik bu süslü sosyete güzeli ile. 

Sosyetedir zaten o kesin. O makyaj, o görüntü. Benim gibi bu soğan kokan küçük mutfakta, kaynanasına yemek hazırlayan, su götüren, kocasına sürekli hizmet eden, geceleri elinden geldiğince yatağa kocası uyuduktan sonra yatmaya çalışan, her gün aynı ev işlerini yapan, akşamları biraz dinlenip kitap okumaya kalksa hemen azar işiten bir kadın değildir nasılsa. 

Kanayan parmağım tekrar coştu. Elimi ağzıma götürdüm de yara bandı aramaya kalkıştım. Gözüm gene loş, kapalı balkonun penceresine kaydı. Yedek ocak tüpünün üstüne sinmiş bir kuş gibi oturuyordu kadın gene orada. Kan kırmızısı bir elbise giymiş bu sefer. Ama o ne! Ağlıyor sessizce. Gözyaşları sicim gibi akıyor. Elimi uzatıp gözlerinin yaşını silmeye yönelirken parmağımın kanaması arttı iyice. Önce bir yara bandı bulayım da öyle sileyim gözyaşını, suratı falan kan içinde kalır maazallah.

“Niye kanamadın kız önceden ne oldu, neden demedin bana? Seni almazdım karı diye kendime!” diyen kocamın bağrışlarıyla, kaynanamın “Neden yıkanmış çarşafınız asılmadı balkona?” diye söylenen cırtlak sesiyle, “Kanama olmaz bazı kadınlarda, yapısı böyle karınızın, üstüne neden gidiyorsunuz?” diye öfkelenen doktorumun sinirden fal taşı gibi açılmış gözleri arasında sonunda aklanan ben, kocam ve yastık altındaki silahı ile yaşamaya devam ettim.

“Al şu elimdekileri Fatma!”, “Fatmaaa duymuyon mu kız?” diye bağıran, kapıdan giren kocamın sesiyle kendime geldim. Koştum hemen elindeki manav poşetlerini almaya. 

“Yemek hazır mı?” 

“Az kaldı,” diyerek mutfağa koştum hemen. Balkona şöyle bir göz attım; gitmişti gene kırmızılı kadın. Zaten olmasın, şimdi yemeği yetiştirmem lazım. Hep aynı diyaloglarla geçen bir akşam gene başlamıştı. Cılız ışıklı, yemek kokusu sinmiş küçük mutfak, yemek yediğimiz, daha doğrusu onların yediği, benimse sonuna yetiştiğim, vazoda yapma çiçekli yemek masam, demlediğim çay, kestiğim kavun, içtiği rakı, az televizyon ve bir gecenin daha bitmesi… Ömrümden bir gün daha eksilmesinin ve kocamın benden önce uyumasının buruk sevinciyle rahat rahat kitabımı okurdum öyle gecelerde. 

Bu akşam çok sıkıntım vardı, kadını bulamayacağım diye korkarak mutfağa yöneldim. Yoktu, gelmemişti daha. Lanet olası parmağım yara bandının içinden sızım sızım kanıyordu. Keşke ama keşke senelerdir bıçakları keskinleştirmeseydim. Gene baktım artık tamamen kararmış mutfak balkonuna. Yoktu, yoktu… Benimde olmayışım gibi yoktu. Bıraktım kanayan parmağımı düşünmeyi. Dördüncü kata nasıl tırmandıysa aşağıdadır belki de o şimdi, diye düşünerek balkona girip pencereleri açtığımda yukarıya bakan kırmızılı kadını gördüm sonunda. Kocamın horlama sesleri buralara kadar geliyordu. Başım ağrımaya başladı şiddetli bir şekilde. “İlaç falan almayacağım,” diye düşündüm, nasılsa geçirmedi hiçbir vakit kafamın bulanıklığını. Muğlak görüntüler kafamda hızlı hızlı netleşmeye başladı aşağıdaki kadına bakarken. Yemek kokuları, çamaşır suları kokuları, azarlamalar, ayaklarımın tabanı şişene kadar koşturduğum işler, gururumun hiç okşanmaması… Gitgide içimde artan değersizlik hızlı hızlı doluşmaya başladı. Sabitledim gözlerimi aşağıdaki arkadaşıma eğilmiş bakarken. Durduramıyordum kafamın hızlı düşünmelerini. Yarım kalmış kitaplarım, hep sevdiğim çiçek kokulu parfümümü düşündüm. Hiçbir acım yoktu, kaybettiğim şeyleri bulurdum herhalde bir yerlerde. Artık gitmeliyim bence. Kadının gözlerinin içine baktım yukardan. Bana yakınlaşıyordu, yukarıya doğru havalanmaya başlamıştı. Havalandı, havalandı, bir olduk. O yukarıya havalanırken ben de aşağıya havalandım kırmızı elbisemle. 

“***” Gecenin koyuluğunda çığlıklar, yerde yatan kadının kanlı vücuduna dehşetle bakarak eğilmiş adam, taşlı sokağa oluk oluk yayılan kanlar… Ambulans sireni acı acı bağırarak bütün mahallenin ışıklarının yanmasına sebep oldu. Kırmızılı kadın, kıpkırmızı kanlarla sedyeye koyulup ambulansa yerleştirildi herkesin şaşkın bakışları altında… 

Şehnaz Orhan
Şehnaz Orhan
1971 Bursa doğumlu. Uludağ Üniversitesi İİBF İşletme mezunu. İşletme, Psikolojik Danışmanlık yüksek lisansı yaptıktan sonra ICF onaylı Koçluk eğitimi aldı. Halen Anadolu Üniversitesi öğrencisi. Patoloji Laboratuvarında yöneticilik yapıyor, dergilere ve kolektif kitaplara öyküler yazmaya devam ediyor.

POPÜLER YAZILAR