Bir sabah uyanamadı. Yani gözlerini açtı ama kalkamadı yataktan. Yorganın ağırlığı, sanki tüm yılların yorgunluğunu üzerine yığmıştı. Telefonu çaldı, sustu. Kapı çaldı, duymadı. Kahve makinesi kapanana kadar mutfakta bekleyen boş bir fincan gibi kalakaldı.
O sabah, hayatında ilk defa hiçbir şeye “evet” demek gelmedi içinden.
Böyle başladı ruhsal kaçışı. Önce küçük şeylerden: arkadaş buluşmaları, telefon konuşmaları, aynalar. Sonra büyük olanlardan: sorumluluklar, beklentiler ve kendi.
Her sabah sessizliğe uyanıp, evin içinde aynı yerden gün boyu güneşin yer değiştirmesini izledi. Bazen eski albümleri çıkarıp, çocuklarının bebeklik fotoğraflarına baktı. Bazen de boş bir sayfaya “Ben nerdeyim?” yazarken buldu kendini.
Psikoloğu bunu “duygusal yorgunluk evresi” olarak tanımladı.
Oysa onun için daha fazlasıydı: Birden bire yok olmamıştı. Sadece artık başkalarının hikayesinde figüran olmak istemiyordu.
Bir gün, evin en küçük odasını boşaltıp, yalnızca bir sandalye, bir mum ve bir defter bıraktı. “Sessiz Oda” oldu adı. Her akşam hiç bir şey yapmadan girip oturdu orada.
Önceleri kendinden korktu- sessizliğin gürültüsünden, düşüncelerin kalabalığından. Zamanla o sessizlik sığınağı oldu. Defterin ilk sayfasına şunları yazdı:
“Hayatım boyunca birilerinin beni anlamasını bekledim. Oysa şimdi anlıyorum ki, ben bile kendimi hiç dinlememiş, anlamamışım.”
Sessiz odada geçmiş konuşmaya başladı: Annesinin “kadın dediğin sabırlı olur!” diyen sesi, eski kocasının “sen çok hassassın!” diye susturduğu akşamlar ve kendi çocuklarına sürekli “önemli olan mutlu olmaktır” derken içinden geçen “ama ben değilim” cümlesi.
Hepsi oradaydı. Bir bir çıkıyorlardı saklandıkları yerden.
Odaya girip çıktıkça dış dünya daha bulanıklaştı. Artık kimseyi mutlu etme dürtüsü kalmadı. Saçını boyamayı bıraktı, makyaj çekmecesine elini sürmedi, telefonunu ise sessize aldı.
İlk bakışta gözüne kaçış gibi görünse de, içinde bir şeyler filizleniyordu: kendi olma duygusu.
Bir gece, şu satırlar döküldü kaleminden:
“Ben kaçmıyorum, geri dönüyorum. Yıllardır içimde kilitli tuttuğum o sessiz ama direnen kıza dönüyorum.”
Aylar sonra, odaya ne mum koydu ne de karanlıktan korktu.
Bir gün odaya girdiğinde, defterin son sayfasına tek bir cümle yazdı:
“Kaçmak, bazen kalmanın en dürüst biçimidir.”
Sonra dışarı çıktı. Uzun bir süreden beri ilk kez, sabah ışığı yüzüne vurdu. Gülümsedi.
Sokağın sesi, kuşların cıvıltısı, kahve kokusu onun için yeniden duyulur oldu.
Dışardan bakınca eskisi gibi görünüyordu ama içi değişmiş, yenilenmişti. O, artık kendi sessizliğini duymayı öğrenmiş bir kadındı.
Ve en çok da bunu fark ettiğinde özgür hissetti. Kaçış bitmişti. Kendinden saklanmıyordu artık.
Mutfakta kahvenin olmasını bekleyen boş bir fincan gibi hissettiği günleri hatırlayıp, iyi bir kahve çekti canı. Cihangir’de sokak arası kafelerinden birine oturdu. Siparişini beklerken, yan masadaki gençlerin telefonlarından överek birbirlerine dinlettirdikleri şarkıya takıldı.
Videosunu izlerken aralarında büyülenmiş bir şekilde yorum yapıyorlardı. Söyleyen “Rosalia” adında İspanyol bir şarkıcıydı. 2025 Kasım başında patlayan şarkı “Berghain”, video klibiyle herkesin dikkatini çekmişti.
Kahvesi geldiğinde merak edip çoktan video klibi izlemeye koyulmuştu. “Berghain” aslında Berlin‘de bir tekno kulübün adıyken, bu şarkıda mekandan çok “cenneti” sembolize etmişti.
Bu kulübe, ister tekno sevin,dinleyin, ister paranız olsun, kapısından girmek neredeyse imkansızken, bekleyen uzun kuyrukların bu kapıdan girmesi şarkıda sanki cennetin kapısından girmişsin gibi yorumlanmıştı.
Video klibi izler izlemez derin bir nefes aldı. Çok etkilendi. Rosalia, klipte evde ütü yapan bir kadın olarak görülüyordu. Ama yalnız değildi. Onu evinde de,sokakta da takip eden orkestra aslında Rosalia’nın umutsuzluk dolu düşüncelerini temsil ediyordu. 3 farklı dilde okuduğu şarkıda acılarını Almanca, duygularını İspanyolca, korku ve dehşetini İngilizce anlatıyordu.
Altın kalp ve kalbe değer biçemeyen kuyumcu bir semboldü. Doktorların iyileşme umudu veremediği bir kadını simgeliyordu. Rosalia aldığı kötü haberden sonra eve döndüğünde ise sahne ormanda kaybolan Pamuk Prenses’in birebir uyarlamasına dönüşüyordu. Bu inanılmaz sahnede onlarca hayvan destansı bir masalın finaline tanıklık ediyordu.
Tam bu kısımda Björk kuş sembolüyle ve tüyleri diken diken eden performansıyla şarkıya giriyordu.. Kahvesine daldırdığı şeker küpü ise hayatın hızlıca tükendiğini sembolize ediyordu. Sonunda Rosalia ölüp, güvercine dönüşürken ilahi gücün tek kurtuluş yolu olduğunu söylüyordu.
Şarkıda “Sadece ilahi olan beni kurtarır” sözünü en sevdiği söz seçti. Bir yudum daha aldı kahvesinden. Hem kendisinin hem Rosalia’nın dönüştükleri yeni varoluş durumunun keyfini çıkardı.
Kaynak: https://www.instagram.com/reel/DQj_40DDeDK/?igsh=MW1pczlnOWZwYnptYw==
(Berghain song)



