Cumartesi, Kasım 22, 2025

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Dayatmalara Dansla Karşı Koyan “Frances Ha”

Yönetmen Noah Baumbach ve Greta Gerwig’in ortak senaryosu olan 2012 yapımı “Frances Ha”, siyah beyaz sinematografisiyle bir nostalji rüzgarı estirirken, modern bir kadının 20’li yaşların sonunda yaşadığı “çeyrek yaşam krizi” ve kimlik bunalımını dürüstçe ele alır. Film, yüzeyde bir büyüme hikayesi gibi görünse de, derinlerde erkek egemen toplumun kadınlara dayattığı kısıtlayıcı toplumsal cinsiyet rollerine karşı bir direniş ve otantik bir varoluş manifestosu barındırır. Başkahraman Frances Halliday’in dağınık, plansız ve yetersiz hayatı, idealize edilmiş kadın imajına bir meydan okumadır.

Günümüzde kadınlar, yalnızca annelik veya evlilik gibi geleneksel rollerin baskısı altında değil, aynı zamanda küresel kapitalizmin ve sosyal medyanın körüklediği çok boyutlu bir mükemmeliyetçilik beklentisi altındadır. Frances’in 27 yaşındaki kaosu, bu dayatmaların çarpıcı bir yansımasıdır.

Erkek egemen medya ve moda endüstrisi, kadınlara uymaları gereken katı bir güzellik algısı dayatırken, kadınların, yaşsız, sıfır beden, bakımlı ve her zaman trendlere uygun olması beklenir. Moda ve tüketim açısından Frances’in hayatında belirgin bir stil veya şık görünüm kaygısı yoktur. Ekonomik zorlukları bir yana, o, New York’un ‘cool’ ve sofistike ortamında bile kendi çocuksu ve rahat giyim tarzını korur. Bu, sürekli değişen ve kadınları tüketmeye iten moda dayatmasına karşı sessiz bir duruştur. Sosyal statü ve güzellik algısı için toplumun baskıları sadece fiziksel görünümle sınırlı değildir; aynı zamanda yaşam tarzı, konut ve kariyer başarısı üzerinden de dayatılır. Frances’in sürekli taşınması, düşük maaşlı işlerde çalışması ve New York’un seçkin çevrelerinde kendini beceriksiz hissetmesi, dayatılan başarılı, düzenli hayat süren kadın imajından ne kadar uzak olduğunu gösterir. O, bu dışsal mükemmeliyet simgelerine sahip olmamasına rağmen, varoluşsal neşesini hiç kaybetmez.

Toplum, kadınların hem profesyonel alanda zirveye çıkmasını hem de özel hayatlarında “tamamlanmış” (evli, çocuklu, mutlu) olmasını bekler. Frances’in balerin olma hayali ile gerçek hayatın gerektirdikleri arasındaki çatışma, bu uzlaşma mitosunun ağırlığını gösterir. Frances, bir işte dikiş tutturamamanın getirdiği ekonomik bağımlılık ve yersiz yurtsuzluk döngüsünde kalır. Bu durum, toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında, kadının ekonomik olarak güvende olma ve yerleşik olma beklentisini karşılayamaması demektir. Oysa Frances, bu baskılara rağmen kimliğini ve hayallerini bir kenara atmayı reddeder. Frances Halliday, dayatmalara karşı çıkan, kendi içgüdülerini takip eden ve bu yolda yalnız kalmayı göze alan bir kadının portresidir. Onun direnişi, gürültülü bir isyan değil, varoluşsal bir hafiflik ve samimiyet ile kendini gösterir.

Filmin siyah beyaz çekilmiş olması, estetik bir tercih olmanın ötesinde, Frances’in toplumsal dayatmalara karşı duruşunun güçlü bir simgesidir. Modern New York hayatı, reklamlar ve sosyal medya aracılığıyla renkli, parlak ve kusursuz bir tüketim cenneti olarak sunulur. Frances, bu dayatılan renkli ve idealize edilmiş imajın dışında, kendi kaotik ve gerçek dünyasında yaşar. Filmin siyah beyaz olması, adeta Frances’in bu dışsal parlak ve zoraki neşeli dünyaya olan yabancılaşmasını ve onu reddedişini yansıtır. Siyah beyaz, bir yandan Fransız Yeni Dalgası’na gönderme yaparak sanatsal bağımsızlığı simgelerken, diğer yandan Frances’in hikayesini dışsal süslemelerden arındırır ve insanın özüne, yani kimlik arayışının duygusal derinliğine odaklanılmasını sağlar. Bu seçim, göz alıcı bir başarı bekleyen toplumsal algıya karşı, içtenliğin ve hakikiliğin rengini temsil eder.

Frances, filmin mizahi kaynağı olan beceriksizliği, sosyal gafları ve bazen mantıksız kararlarıyla, “her şeye yetişebilen, kontrollü kadın” mitini yıkar. O, hatalarını gizlemez ve bu kusurluluğu onu daha otantik, daha insani kılar.

Film, Frances ve Sophie arasındaki ilişkiyi merkeze koyarak, geleneksel sinemadaki erkek merkezli romantizm anlatısını yerinden eder. Frances için Sophie, hayattaki en büyük kayıp korkusunu temsil eden, bir erkek partnerden çok daha önemli bir ruh eşi ve sığınaktır. Bu, kadın deneyiminde, duygusal ve varoluşsal tatminin romantik ilişkilerden değil, güçlü kadın bağlarından da gelebileceği fikrine bir saygı duruşudur. Frances’in erkek arkadaşıyla yaşama teklifini reddetmesi, kadınlar arası dayanışmayı ve bağı toplumsal beklentilerin önüne koyduğunu gösterir.

Frances Ha’nın finali, geleneksel Hollywood anlatılarındaki gibi “beyaz atlı prens” veya “beklenmedik kariyer başarısı” ile gelmez. Frances’in sonundaki huzur, kendi karmaşasıyla barışık olmanın getirdiği derin bir zaferdir. Frances, profesyonel dansçı olma hayalinin gerçekleşmeyeceğini kabul eder. Ancak bu, hayallerinden vazgeçmek anlamına gelmez. Dans okulunda ofis işi yaparken, yan görev olarak koreografiyle uğraşmaya başlar. Bu durum, boyun eğme değil, bilinçli bir adaptasyon ve olgunluktur. Frances, dış dünyanın hızına, dayatmalarına ve sertliğine uyum sağlamak yerine, kendi hızını ve imkanlarını kabul ederek hayallerini daha sürdürülebilir bir forma dönüştürür. O, “ya hep ya hiç” şeklindeki ataerkil başarı mantığından sıyrılarak, “biraz da olsa” yeterli olmanın değerini keşfeder. Film, Frances’in düşüşlerini ve yanlış kararlarını bile hata gibi görünen işler olarak değil, bir öğrenim süreci olarak kodlar. O, hayatta kalmayı ve üretmeyi, kendisine dayatılan tanımın ötesinde bir denge bularak başarır.

Filmin final sahnesinde, Frances, soyadının tamamını sığdıramadığı kapı zili için kartvizitini katlar ve yalnızca “Frances Ha” yazar. Bu, filmin en güçlü metaforlarından biridir. “Ha”, hem Frances’in adının kısaltılmışı hem de dağınıklığını ve eksikliğini kabullenişinin komik bir yansımasıdır. Artık o, olmak zorunda olduğu kişi değil, olabildiği kişidir Yeni düzeninde, zorla dayatılan kimliklerden ve rollerden sıyrılmış, kendi sade alanını tanımlamıştır. Bu, özgürlüğün, mükemmeliyette değil, kusurluluğun kabulünde yattığını gösterir.

Filmin gerçek romantik doruk noktası, Frances’in Sophie ile göz göze geldiği an ve kendiyle kurduğu barıştır. O, mutluluğu dışsal bir onay (bir yüzük, bir terfi) yerine, kendi iç dengesinde bulur. Bu, genç kadınlara gönderilen en güçlü mesajdır: Kendi hayatınızın merkezi ve aşk nesnesi sizsiniz. Toplumun dayattığı her kalıba sığmayabilirsiniz, hatta yeterince iyi olmayabilirsiniz, ama bu, mutlu bir eksiklik içinde otantik ve doyumlu bir yaşam sürmenize engel değildir. Frances’in hikayesi, bu bütünlüklü kabullenişin ve kendi hayatını tanımlama cesaretinin bir zaferidir. “Frances Ha”, günümüz kadınına dayatılan katı güzellik, kariyer ve ilişki rollerini, Frances’in neşeli ve inatçı mücadelesiyle dağıtır, kadınlara rollsüz, renksiz ve kusurlu olma lüksünü sunan bir filmdir. Frances’in siyah beyaz mücadelesi, kadınlara mükemmel olmama, dağınık olma ve kendi yolunu bulma hakkını geri verirken, aynı zamanda en derin duygusal tatminin, romantik ilişkilerden ziyade, otantik benlikle ve güçlü kadın dostluklarıyla kurulan bağlarda bulunabileceğini gösterir. Frances Halliday’in öyküsü, toplumsal rollerin ötesinde, kendi özgür kozmosunu inşa etmeye cüret eden her kadına adanmış, siyah beyaz bir isyan

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Sevin Bayrı
Sevin Bayrı
İşletme Fakültesi ve ardından sosyoloji bölümü mezunu bir beyaz yakalı. Yazma ve okuma sevdalısı, gezmek ise vazgeçilmez tutkusu. Çeşitli kollektif öykü kitaplarında öyküleri yayınlandı. Dijital dergilerde ve kendi blogunda yazılar yazmaya devam ediyor.

POPÜLER YAZILAR