Bu fani dünyayı hiç yormayan bir güzel kadındı Hale Asaf. Otuz üç yıl misafir oldu sadece. İçini kemiren hastalıkları beş yaşından itibaren yakasından düşmedi. Onlara rağmen, onlarla devam etti yaşamına. En büyük tutkusu olan resimden de hiçbir şey vazgeçiremedi.
Hale Asaf Cumhuriyet dönemi ilk Türk kadın ressamlarımızdan. Fotoğraflarına baktığınız zaman kırılgan, melankolik genç bir kadın izlenimi yaratıyor ama bana sorarsanız inanılmaz güçlü ve cesur bir kadın.
1905 yılında dünyaya geldi. Ailesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında saray ile içli dışlı bir aile. Dedesi II. Abdülhamid’in yaveri Asaf Paşa, babası Temyiz Mahkemesi Başkanı Salih Bey. Teyzesi ise ilk Türk kadın ressamlarından Mihri Müşfik.
Hale ilk resim eğitimini teyzesinin yanında İtalya’da aldı. Bu sırada teyzesi Hale’yi resim tutkusundan vazgeçirmeye çok çalıştı ama başaramadı.
1921 yılında Berlin Güzel Sanatlar Akademisi’nde eğitim almaya başladı. Aynı dönem Fikret Muallâ’da resim eğitimi için Almanya’da yaşıyordu. Hale’ye sırılsıklam aşık oldu ama karşılık alamadı. Çok hassas bir ruh olan Fikret Muallâ, bunun nedeninin ayağındaki sakatlık olduğunu düşündü. Bana sorarsanız bu ilişkiye can vermeyen Fikret Muallâ’nın ayağındaki rahatsızlık değildi. Hale Asaf gibi çocukluğundan bu yana çok ciddi sağlık sorunlarıyla uğraşan bir kadın için topal ayak bir eksiklik sayılmazdı. Tutmamış kimyası…
1924 yılında Türkiye’ye döndükten sonra Feyhaman Duran’ın atölyesinde çalıştı. Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nde İbrahim Çallı’dan ders aldı. Mihri Müşfik, Fikret Muallâ, Feyhaman Duran, İbrahim Çallı… Bu isimleri duymak bile başımı döndürüyor benim. Onları tanımak, beraber çalışmak ne büyük bir şans.
1925 yılında eğitim için Münih’e, 1927 yılında ise Paris’e gitti. Paris’te seramik sanatçısı İsmail Hakkı Oygar ile tanıştı ve kısa bir süre sonra evlendiler. 1928 yılında İstanbul’a döndü, Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği’nin kuruluşunda görev aldı. Topluluğun içindeki tek sanatçı kadındı. Bu toplulukta yer alan sanatçıların Avrupa’da eğitim görmenin karşılığı olarak Türkiye’de öğretmenlik yapmaları gerekiyordu. Hale’de Bursa Kız Öğretmen Okulu’nda resim öğretmenliği yaptı.
Ahmet Hamdi Tanpınar, ‘Beş Şehir’ kitabında Bursa’ya birkaç defa gittiğini ve her defasında kendisini daha ilk adımda efsaneye benzeyen bir tarihinin içinde bulduğunu, şehrin dört bir yanındaki çeşmelerden akan su seslerinin şehrin üstünde görülmeyen başka bir şehir yarattığını, yazar. Hale’nin karşı karşıya kaldığı Bursa daha farklıydı. Dış mekanlarda resim çizerken muhafazakar şehir sakinleri tarafından birkaç defa sözlü saldırıya uğradı. Bursa resimlerini görseniz o kadar naif, o kadar huzurlu resimlerdir ki… Ama görünenin ardında huzursuzluk, ait olamama, kaçma isteği gizlidir. Paris’ten sonra Bursa’da yaşamak iyi gelmedi Hale’ye. Çok uzun süre kalamadı Bursa’da, bir arkadaşı ile şehir değiştirerek İstanbul’a döndü. Ama aklı Paris’te olduğu için, ne İstanbul ne de evliliği şifa olmadı Hale’ye. İsmail Hakkı Oygar’dan ayrıldıktan sonra hiçbir maddi güvencesi olmadan, İstanbul’daki işini, düzenini bırakarak tutkularını ve tutkularına sıkı sıkı yapışmış korkularını koluna takarak Paris’te yeni bir hayata başladı.
Paris’te, o kısacık hayatının sonuna kadar beraber yaşadığı, faşistlerin kara listesindeki İtalyan yazar Antonio Aniante ile tanıştı. Farklı iki dünyanın, yalnız iki insanı beraber varoluş mücadelesi verdiler. Parasızlık, Hale’nin nükseden hastalığı… Zor günler geçirdiler ama Hale ne olursa olsun resme devam etti. Almanya’da eğitim alırken kübizm etkisindeki fırçası zaman içinde sürrealizm’e evrildi. İçindekini dışarıya yansıtmaya başladı.
Hale’nin çok genç yaştaki ölümünden sonra, Almanlar’ın Paris’i işgali sırasında Antonio Aniante Paris’ten kaçmak zorunda kaldı. Hale Asaf’ın son yıllarında Paris’te çizdiği otuz yedi resmini bir galeriye emanet etmek zorunda kaldı. Büyük talihsizlik, savaş sırasında bu resimler kayboldu. Abidin Dino ve Güzin Dino yıllar sonra Antonio Aniante ile Hale Asaf’ı konuşmak üzere Paris’te bir araya geldiler ve görüşme sırasında bu kayıp resimlerin varlığından haberdar oldular.

Abidin Dino Hale Asaf’ın kayıp resimleri ile ilgili bir yazı yazdı ve bu yazıyı “Hale’nin yitik resimleri günün birinde ortaya çıkacak mı? Yoksa Hale hep böyle, varla yok arasında mı kalacak?” soruları ile bitirdi. Bu sorular benim de canımı acıtmıştı. Özellikle “Varla yok arasında mı kalacak?” sorusu… Varla yok arasında kaldığım anları getirdi aklıma belki de, bilmiyorum.
Yıllar sonra Fransız bir koleksiyoncunun Hale’nin kayıp resimlerini satın almış olduğu anlaşıldı. Uzun uğraşlar sonunda bu resimler Türkiye’ye getirildi ve İstanbul’da sergilendi.
Dik duran, tutkularının peşinden giden, korkularına rağmen devam eden, yasaklara boğun eğmeyen bu güzel kadın Frida Kahlo’yu hatırlatıyor bana ama ben Hale’yi bir başka seviyorum…



