Tüllerin arasından içeriye sızan gün ışığı, havada uçuşan tozlarla dans ediyor. Bir ayağı aksak yeşil kadife bir koltukta, geceliğimle oturuyorum.
Masada yığılı kitaplar, kâğıtlar. Kâğıtlarda saklı hayatlar.
Darmadağın etraf. Darmadağın ben.
Bir fincan Türk kahvesi, bir sigara ile eşlik ediyor bana. Dumanı üflediğimde bir vızıltı duyuyorum.
“Vıızzzzzzzzz vızzz.”
İşte gene geldi.
Zaten haftalardır buradalar.
Baharla birlikte, her penceresinde tel olan evi istila eden kocaman kara sinekler. Ablam, onların içeride yumurta bırakıp ürediklerini söylüyor. Birkaç tanesini öldürüyorum. İçlerinden larvalar çıkıyor. Midem bulanıyor. Bu iğrenme duygusuna eklenen dehşet, benim zavallı aklıma ağır geliyor. Sürekli sinekleri düşünüyorum. İçleri bembeyaz larvalarla dolu, evin her yerindeler. İşte, sokakta, evde durmadan sinekler aklımda. Vurdukça çoğalıyorlar sanki, her birinin içi kımıl kımıl. Evi sinekler basacak, kedilerimin içlerine dolup ciğerlerine kaçacaklar. Onları boğup öldürecekler. Aklım da sineklerle uçuşuyor evin içinde.
Bak gene. Vızzzzzz. Vzzzzzzzzz… Aldırmamaya çalışıyorum.
Hepsi tombul tombul.
İçleri dolu.
Beyaz, kımıl kımıl kurtçuklar.
Niye geçmiyor, niye bitmiyorlar? Nereye kadar yaşayacaklar? Kaç hafta sürecek bu istila, kaç ay? Bütün larvaları evin en gizli köşelerine kadar bırakıp ölmeye mi yatacaklar?
“Ah tatlım ya, ne kadar çok taktın böyle?”
“Nereden konuşuyorsun gene?”
“Bak işte duvardayım.”
Vızıldamaya doğru döndüm. Ellerini ovuşturuyor bir yandan.
“Yakında gideceğim, zaten birkaç haftalık ömrümden ne kaldı ki? Öldürme beni olur mu? Hem sonra yavrularım da ölür.”
Bak ya nasıl da acındırıyor kendini. Neyse vurmayacağım, alıştım zaten sohbetine. Hem içim çıktı kurtçukları görmekten.
“Tamam ama çok vızıldama.”
“Merak etme, çok sessiz bir karasinek olacağım.”
Bir yerde okumuştum. Tek bir karasinek, bir yıl içinde 250 milyar karasinek üretebilir. İstila gibi bir şey. Yok ama öldürmeyeceğim bunu, bir nevi bağ oluştu aramızda. Konuşan sinek. Tam benlik. Duvarın güneşli yüzeyinde duruyor. Uyukluyor sanki. Konuşmak istiyorum ama daha fazla delirmeden susuyorum. Etrafı dinliyorum, şu an için ses yok.
Pis, pis, pis bu ev, pis! Şimdi onca kurtçuk nerede saklanıyor kim bilir?
Bir arkadaşım “Evi ilaçlasana,” dedi. “Olmaz kediler var,” dedim. Bir kendim olsam basardım ilacı.
Karşımdaki dolaba kondu şimdi de. Elleriyle yüzünü ovuyor. Arada kalkıp bir tur atıp tekrar duvara geliyor. Kocaman gövdesi, kanatları, bacaklarıyla karşımda. Çirkin, mikrop taşıyan bir böcek. Niye var ki acaba? Ne işe yarar yani bu dünyada? Delileri daha da delirtmekten çok.
“Vıııızzzzzzzzz.”
“Yeter sus artık,” diye bağırıyorum.
“Ama konuşmuyorum ki ben.”
“Vızıldama tepemde.”
“Onlar benim kanat seslerim.”
“Uçma o zaman, dur bir yerde.”
“Ne kadar huysuzsun.”
Bir sineğin eleştirmesi eksikti.
Ya sabır.
Mutfaktan sesler geliyor. Necla olmalı. Kim aldı ki içeri? Bir ben varım bir de sinekler. Zilin çaldığını da duymadım. Beyazlar içinde beliriyor oda kapısında. Bir tepsiyle yemek getiriyor bana.
“Ne zaman geldin?” diyorum.
“Sabah da buradaydım ya,” diyor gülümseyerek.
Ses etmiyorum, doğrudur, buradadır. Bu ilaçlar sersem etti beni. Ben yalnız yaşadığımı sanıyordum oysa. Tepsiyi bırakıp odadan çıkıyor. Şehriye çorbası ve tavuklu pilav var tabaklarda. Bir de yoğurt.
“Hepsini bitir, çok ilaç içiyorsun,” diyor tiz sesiyle. Duvara doğru bakıyorum. Gene ellerini birbirine sürterek bir şeyler yapıyor. El mi denir o sıska çöpten uzantılara, bacak mı denir, bilmiyorum.
“Sen nereden biliyorsun içtiğim ilaçları?”
“Görüyorum ya her gün.”
Çorbayı bırakıp tavuklu pilava geçiyorum.
“Ne zaman işin bitecek burada, ne zaman gideceksin?” diye soruyorum.
“A aşk olsun, sıkıldın mı benden?”
“Yok, aslında alıştım sana.”
Havada bir daire çiziyor. “Vıızızzzzzz.”
Necla bir şişe su ve bir kutu ilaçla birlikte odaya geri geliyor. Bir bardağa doldurduğu suyu ve ilacı alıyorum. Susamışım. Bir bardak daha içiyorum. Birazdan uykum gelir, uyurum.
“Birazdan uykunuz gelir, uyursunuz,” diye mırıldanıyor odadan çıkarken Necla.
“Birazdan uykun gelir, uyursun,” diyor sinek konduğu perdenin üzerinden.
Evet ben de onu diyorum ya kendi kendime.
“Ben uyuyunca ne yapıyorsun?”
“Ben de uyuyorum.”
“Çok ilginç.”
“Benimle konuşuyor olmandan daha ilginç değil tatlım.”
“Haklısın.”
Yatağa gidiyorum. Gözlerim ağırlaşıyor yavaştan.
Rüyamda uçsuz bucaksız bir okyanustayım. Masmavi sularında yüzüyorum. Nasıl huzurluyum, nasıl mutlu. Çok uzaktan yelkenliler geçiyor. Birinin yelkenleri siyah, diğerininki beyaz. Gökyüzünde hiç bulut yok. Güneş parlıyor. Hiç korkmadan yüzüyorum, yüzüyorum. Bir müddet sonra kayalık bir tepe görüyorum. Dalgaların vurduğu kayaların tepesinde bir adam ufka bakıyor. Rüzgârdan keten gömleği havalanıyor. Beni görmüyor. Beni görmesi için el sallıyorum.
Yüzümdeki gıdıklanma hissiyle uyandım. Tepemde bir tur atıp dönen sinek tüllere konuyor.
Yattığım yerde geriniyorum. Ne çok uyumuşum.
“İyi uyudun,” diyor vızıltı. “Kusura bakma, biraz acelem vardı da uyandırdım seni.”
Sabaha göre biraz telaşlı. Bir şeylere hazırlanıyor gibi. Odadan odaya uçuyor. Diğer sineklerle vızıldaşıyor.
Bavulunu mu topluyor acaba?
Bunu düşününce yattığım yerde bir kahkaha atıyorum.
“Küçük bir sırt çantası olabilir mesela,” diyorum yüksek sesle. Tam o esnada beyazlı Necla’yı görüyorum kapıda. Benden yana bakıp gülümsüyor.
“Uyuyordunuz, uyandırmadım. Acıktınız mı?” diyor.
Hayır anlamında başımı sallıyorum.
“Doktorla konuşmak istiyorum,” diyorum, “bu ilaçlar hakkında.”
“Tamam, yarın ararım, görüştürürüm sizi.”
İçeri geçiyor. Mutfaktan tıkırtılar geliyor.
Kaç gündür evdeyim ben, kaç gün oldu böyle yatıyorum?
Benim bir hayatım vardı. İşim vardı. Ne oldu böyle?
Doğruluyorum yatakta. Sinek geliyor. Gene tüllere konuyor.
“Yakında gidiyorum.”
“Gitmeseydin keşke,” diyorum.
“Ömrüm bu kadar tatlım.”
Ben kiminle konuşacağım şimdi? Canım sıkılıyor. Koltuğa geçip pencereden dışarıya bakıyorum. Gün akşamüstüne dönmüş. Başımı kırlente yaslayıp sokağı izliyorum.
Sinek odanın içinde daireler çizerek uçuşuyor.
Tüllerin arasından içeriye sızan akşam güneşi, havada uçuşan tozlarla dans ederken sinek de bu dansa eşlik ediyor. Bir ayağı aksak, yeşil kadife bir koltukta geceliğimle oturarak bu dansı izliyorum.
Masada yığılı kitaplar, kâğıtlar. Kâğıtlarda saklı hayatlar.
Darmadağın etraf. Darmadağın ben.