Emekli Arif Bey, mutfakta kahvaltı hazırlıyordu. Bugün canı omlet istemişti. ‘Güzin Hanım ne güzel yapardı omleti,’ diye geçirdi içinden. Radyoda çalan şarkıya eşlik ederek peynirleri bir tabağa rendeledi. “Sen gidince ruhumu bir alev sardı. Ağlayan gözlerimde hatıran kaldı.” Peynirin son parçasını ağzına attı. Az tuzlu örgü peynirinin tadı damağına yayıldı. Yumurtayı bir kâseye kırdı. Çatalla iyice çırptı. Peynir rendesini yumurtanın üzerine döktü. Çaydanlık fokurdamaya başlamıştı. Çayı demledi.
Dışarıdan gürültüler duydu. Sokağın her zamanki seslerinden farklıydı. Sabahın ilk saatlerinde bakkalın kepenginin sesi “günaydın” derdi sokağa. Sonra Selimiye İlköğretim Okulu’na giden çocukların tatlı telaşları, kuş gibi cıvıltıları doldururdu sokağı. Bankacı Neriman Hanım’ın topuklu ayakkabısının çıkardığı, kendinden emin tok sesi apartmanın merdivenlerinden başlayıp sokağa yayılırdı. Yavaş yavaş sokak satıcılarının sesleri yerini alırdı. Tabii sokağın asıl sahiplerinin; çatılarda tüneyen martıların sesleri sokakta hep yankılanırdı. Yok yok, her zamankinden farklıydı bugünkü sesler. Omlet yapmayı bıraktı. Merakla salona geçti. Sokağı gören pencereyi açtı. Başını uzattı. Arif Bey dondu kaldı.
Karşı apartmanın önünde bir ambulans ve bir polis arabası duruyordu. Oysa hiç siren sesi duymamıştı. Ne olmuştu acaba? Mahalle sakinleri apartmanın önünde toplanmış, kimileri de pencerelerde, balkonlarda meraklı gözlerle olanı biteni izliyorlardı. Alt komşusu Melahat Hanım’a seslendi. “Melahat Hanım ne olmuş?”
Melahat Hanım heyecanlı heyecanlı bildiklerini anlatmaya başladı.
“Karşı apartmanda üçüncü katta oturan Selma Hanım intihar etmiş diyorlar. Kim bilir ne derdi vardı garibin. Canından bezdirecek kadar.”
Arif Bey “Yazık üzüldüm,” dedi.
Melahat Hanım konuşmaya devam etti.
“Hep yalnızdı kadıncağız. Kocası bir firmanın bölge temsilcisiymiş. Şehir şehir geziyormuş. Bir oğlu varmış, o da yurtdışında çalışıyormuş. Nasıl intihar etti acaba? Hap mı içti, gazla mı, yoksa astı mı kendini?”
Melahat Hanım’a cevap vermedi Arif Bey, dedikoduyu çok sevmezdi. Canı sıkıldı. İçeri girdi.
Tadı kaçmıştı. Koltuğa oturdu. ‘Kendi hâlinde, sakin bir kadındı,’ diye düşündü. Markette, kasapta karşılaşırlardı. Kadın gözünde canlandı. “Uzun, dalgalı, harikulade saçları vardı,” dedi. Sonrasında, Selma Hanım’ı balkonda, tek başına kitap okurken gördükçe, kendi yalnızlığı ile bağ kurmuştu. İki yıl evvel Güzin Hanım vefat edince, bu evde tek başına kalmıştı. “Yalnızlık mı onu intihara sürükledi acaba?” diye sesli düşündü. “Ben de yalnızım. Kendimi kitaplarla, çiçeklerle oyalıyorum,” dedi. Konsolun üzerinde duran Güzin Hanım ile birlikte baş başa çekilmiş fotoğrafa sevgi ile baktı. ‘Kocası, aldatıyor muydu acaba?’ diye bir soru geçti aklından. Kocasının evde olduğu, ender akşamları düşündü Arif Bey. “Salonun ışıkları yanar, televizyon çalışırdı. Ama ikisi ayrı odalarda, kendi kozalarında yaşar gibiydiler. Kocası yoksa, lambaderin ışığı vururdu cama. Berjer koltukta kitap okurdu. Çoğu zamanlar ben yalnız balkonumda, o yalnız balkonunda karşılıklı kitap okurduk,” diye düşündü Arif Bey. Belki de aynı kitabı okurduk. “Keşke Selimiye kütüphanesinde karşılaştığımızda laf atsaydım, tanışsaydık,” diye iç geçirdi Arif Bey.
“Ben karşı apartman komşunuz Arif. Balkonda kitap okuduğunuzu görüyorum. Ne tür kitaplar okuyorsunuz kızım?”
“Aaa, evet bazen balkonda görüyorum sizi. Ben Selma. Kitap okumayı seviyorum. Bu sefer Mine Söğüt kitapları aldım. Deli Kadın Hikâyeleri ve Kırmızı Zaman.”
“Kırmızı Zaman kitabını okumuştum. Siz okuduktan sonra kitap üzerine konuşalım, ne dersiniz?”
Keşke tanışıp, kitaplar üzerine konuşabilselerdi. Yalnızlığına faydası olur muydu? Arif Bey, Selma Hanım’ın yalnızlığına çare olamadığı için çok pişmandı. Belki bu intiharı önleyebilirdi. Sohbet edebilselerdi Selma Hanım içini açardı. ‘Hiç misafir görmedim balkonunda,’ diye düşündü Arif Bey. Bu mahallede yaşayanların çoğu yaşlı ve emekli insanlar. Eşleri vefat etmiş dullar mahallesi. Kimse, kimseye gitmez. Pastanelerde buluşur, sosyalleşirler. Hiç kafede de görmedim. Gelseydi, kitaplar üzerine konuşabilirdik. Belki kitaplarımızı paylaşırdık. Kendi kendine konuşan Arif Bey, düşüncelerden sıyrılıp mutfağa gitti. Çaydanlığın suyu kaynaya kaynaya bitmişti. Ocağın altını kapattı. Mutfaktan çıkarken geri döndü. Raftan tansiyon ilacını aldı. Bir bardak su ile içti. Kahvaltı yapacak hâl kalmamıştı. Tekrar salona gitti. Bu sefer balkona çıktı. Toplulukta bir dalgalanma oldu. Görevliler, siyah ceset torbasında Selma Hanım’ın bedenini ambulansa koymuşlardı. Önde takım elbiseli, genç bir savcı, ardından polisler binadan çıktılar. “Eşi mi o? Hiç görmedim. Polis arabasına bindirdiler,” diye kendi kendine konuştu Arif Bey. Ambulans, polis arabası ve diğer araçlar sirenlerini çalarak sokaktan ayrıldılar.
Arif Bey, balkondaki sardunyaların kuruyan yapraklarını eliyle aldı. Güzin Hanım çiçekleri çok severdi. Yazın sardunya, kışın siklamenler süslerdi balkonunu. Güzin Hanım’ın yokluğunda da onun düzenini özenle devam ettiriyordu. Çiçeklerle konuşur gibi sayıkladı. “Geçen hafta markette görmüştüm. O güzel saçlarını kısacık kestirmişti. Bir keresinde Güzin Hanım ‘Kadınlar, bir sıkıntısı olunca saçlarıyla oynarlar,’ demişti. Kırmızı Pazartesi kitabındaki gibi bağıra bağıra geldi ölüm.”
Arif Bey Melahat Hanım’ın sesi ile daldığı düşüncelerden sıyrıldı. Yandaki komşudan bilgi alıyordu. Çiçeklerine su verirken konuşmalara kulak kabarttı Arif Bey.
“Kocasının kravatı ile banyoda asmış kendini. Bir de mektup bırakmış.”
Melahat Hanım merakla sordu.
“Yaaa! Kocasının kravatıyla asmış demek. Allah Allah! …Kocasına mesaj verir gibi. Mektupta ne yazmış acaba?”
“Dün doğum günüymüş. Eşi iş için şehir dışındaymış. Doğum gününü unutmuş. Bana hiçbir zaman değer vermedin, beni önemsemedin, beni hiç görmedin gibi bir şeyler yazmış. Ne demek istediyse?”
Arif Bey, “Hııı! Demek öyleymiş,” diye fısıldadı kendi kendine. “Çok yazık olmuş, çok,” diye başını iki yana salladı. Balkondaki çiçeklere sevgiyle baktı, her bir çiçek Güzin Hanım’ı hatırlatıyordu ona. Selma Hanım’ın boş balkonuna baktı. Artık kitaplarını tek başına okuyacaktı.



