Pazartesi, Haziran 30, 2025

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Bir Kadın Giderse

Çalan saatin sesiyle uyandı. Alarmı kapatırken gözleri aralandı. Saati niye kurduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Dışarıdan gelen kuş cıvıltılarını duymadan, anlamsız hayatının bir gününe daha uyandığı için okkalı bir küfür savurdu. Tekrar uyusa, günlerce ve haftalarca hatta aylarca uyanmasa ne güzel olurdu. Yattığı yerde gözlerini kapalı tutmak ve açmak arasında kararsızdı. 

Bugün hangi gün, yapacağım bir iş var mı? 

Omzundaki hafif sızıya, gece içtiği rakının neden olduğu baş ağrısı eşlik ediyordu. Ağzında pas tadı vardı. Boğazı yanıyordu. Doğrulup etrafa göz gezdirdi. Vasistastan gelen rüzgâr ile uçuşan tüller, insan seslerine karışan araba sesleri, hızla geçen bir otobüs. Havada geceden kalan yağmurun ıslak kokusu…

Sol yanında yatan köpeği Dost gözlerini dikmiş, kuyruğunu hafifçe sallayarak bekliyordu. Dost olmasa yataktan çıkmayabilirdi. Kafasını kaşıyarak banyoya doğru gitti. Aynaya bakarken gözlerinin içinde bir yabancının bakışlarını yakaladı. Kim bu adam? Yüzüne su çarptı. Tıraş olsam mı, diye düşünmeye başladığı an vazgeçti. Üzerine geçirecek bir şeyler aradı.

Dost’u dolaşması için getirdiği park evine çok yakındı. Havanın güzelliğinden erken olmasına rağmen park dolmuştu. Henüz yazın kavurucu günleri başlamamıştı. Ilık bir bahar günüydü. İnsanların bir kısmı çocuklarıyla oynuyor, diğerleri banklarda oturmuş güneşleniyordu. Kendi gibi köpeklerini gezdirmeye gelenler de vardı. Sanki hepsi çok mutlu. Köpekler bile mutlu gözüküyordu. Dost mutlu mu acaba? Kendisi de bir banka oturdu. Yüzünü güneşe döndü ve gözlerini kapayarak bir müddet oturdu. Esinti kırlaşmış saçlarını dağıtıyordu. Bir an çok mutlu hissetti. Dost çimenlere yatmış keyifle etrafını seyrediyordu. Bu kadar kalacağını düşünmemişti ama yaklaşık bir saat parkta kaldı. 

Eve dönesi yoktu, yolu uzattı. Mahallenin aşağı tarafındaki dar sokağın köşesinde yer alan ve sık sık uğradığı, mavi boyalı fırına girdi. Fırının önüne yine mavi renkli bir iki masa ve sandalyeler atılmıştı. 

“Günaydın Mustafa nasılsın bugün?”

“Günaydın hocam, hoş geldin. İyi diyelim iyi olsun.”

“Al benden de o kadar.”

Açma, simit, peynirli poğaça aldı. Bütün gün bunları yerim diye geçirdi aklından. Ne zamandır, doğru dürüst yemek yemiyordu. Önce yemek yapmayı bırakmıştı, sonra dışarıdan almaktan da vazgeçmişti. 

Eve döndüklerinde doğruca mutfağa yöneldi. Evyeye yığılmış fincanlardan birini seçerek yıkadı. Henüz bir şey yiyesi yoktu. Dağınık mutfakta tezgâhın diğer yanına geçerek buzdolabını açtı. Süt çıkardı. Kahvesini doldurdu. Aldığı gazeteyi hiç okumadan ölüm ilanları sayfasına baktı. Bir tanıdık aradı. Tanıdık bulamadığı her gün biraz daha burkuluyordu. Sonra çözmek üzere, bulmaca sayfasını ayırdı. Yaptığı eylemlerin hepsi anlamsızdı. Aslında ne yapacağını bilmiyordu. Bugün hiç yaşamak istemediği bir gündü. Bugün o korkunç günün yıldönümü. Nefesi tıkanır gibi oldu. Mutfak penceresini açıp derin derin soluk aldı. 

Telefonun sesiyle irkildi. Açıp açmamak arasında tereddütte kaldı. Dördüncü çalıştan sonra açtı.

“Efendim?”
“Ne yapıyorsun baba?”
“Hiç.”
“Mezarlığa gelecek misin?”
“Hayır,” dedi, “orada kimse yok.”
İki asır gibi gelen iki saniyelik bir sessizlik.
“Peki, kapıyorum.”
“Görüşürüz.”

Mutfakta en sevdiği börekten yapıyordu Sevinç o sabah. Bir yandan da bir şarkı mırıldanıyordu. İki tepsi dolusu böreği gösterdi.

“Yarın sabah fırına vereceğim o kadar.”

“Şimdi pişirsen”

“Olmaz. Hem taze taze olur yarına hem de şimdi pişirirsem yersin hepsini.”

“Yok yahu hepsini yiyemem.”

Ezberini unutmak istemeyen bir oyuncu gibi o son gecenin her sahnesini, her diyaloğunu, Sevinç’in her jest ve mimiğini tekrar tekrar gözünün önüne getiriyor, adeta aklına kazıyordu. 

Oysa o son gecenin kâbus sabahını hafızasından silmek için neler vermezdi…

Uyanışı, sol yanına dönüp Sevinç’e sarılışı, Sevinç’in soğumuş bedeni ve tepkisizliği. Birkaç kez “Sevinç!” diye hafifçe seslenişi, önce yavaşça ardından sertçe dürtmesi, nabzını dinlemesi telaşla ve donup kalması. O ana kadar bin bir emek ve sevgiyle kurdukları dünyanın, her bir duvarı, her bir köşesi, o köşeleri tutan her bir vidası teker teker sökülüp başına yıkılırken, donup kaldığı yatakta, kime ne diyeceğini bilmeden yığılıp kalması.

Eve doluşan insanlar, ağlayanlar, sızlayanlar. O tüm benliğiyle bu beklenmedik ölüme isyan ederken, “Uykusunda huzur içinde öldüğü için sevinmelisin,” diye avutmaya çalışanlar. Annesinin geceden hazırladığı börekleri fırına verip, taziyeye gelenlere ikram eden kızı ve kızına duyduğu öfke. Nasıl bu kadar soğukkanlı olabiliyor? 

O günden beri rakısını doldurmak için akşam olmasını beklemiyordu. Hiçbir şey yemeden içmeye devam ediyor, bol bol sigara yakıyordu. Ömrünün daha uzun olmaması için elinden geleni yapmak ister gibiydi. Emekliliğinde edindiği bütün hobileri, arkadaşlarını ve o arkadaşlarla yapmaktan zevk aldığı tüm aktiviteleri terk etti. Yaşamak değildi artık amaç, bu ömrü tamamlamaktı. 

Bir koca karısının ardına kalmamalı, diye geçirdi aklından. Önce erkek ölmeli. Nasıl anne baba çocuktan önce ölmeliyse, çiftlerde de koca karısından daha önce ölmeli, sonra değil. Ben, evdeki eşyaların yerlerini bile doğru dürüst bilmeyen halimle bu koca evde tek başına kaldım. Ben, bu koca hayatta tek başına kaldım. Bir uyuşukluk yayıldı kollarından bedenine. Ellerini açıp kapadı. Kadehini çalışma masasının üzerine bıraktı. Kağıtlar yığılmış, kalemler, dergiler, kitaplar saçılmış tüm masaya. Üzerleri bir parmak toz. Son zamanlarda temizlikçi kadını da almıyordu eve. İyice huysuz oldum be Sevincim. Sessize aldığı telefonda cevapsız aramalar. Kızı aramış üç kere.

Tülü aralayıp pencereden bakmaya başladı. Arada sırada sokağı ve karşı apartmandakileri gözlüyordu. Alt kattaki dairenin perdeleri hep açıktı. Kıpkırmızı bir koltuk takımları vardı. Yangın çıkmış gibi evde. Paçoz iki kadın oturuyordu. Biri orta yaşlı, diğeri daha genç. Hep şort giyiyorlar, durmadan çekirdek çitliyorlardı. Bazen iki de adam oluyordu. Onlar da çekirdek çitliyordu. O kıpkırmızı koltuklarda oturup çekirdek çitlemekten başka bir şey yapmıyorlardı. Birden kadınlardan biri ondan yana kaldırdı başını. Tülün ardına çekildi. 

Neden sonra telefonu alıp kızını aradı.

“Baba, iyi misin, yanına geleyim mi?” diye atıldı telefonu açar açmaz Beliz.

“Hayır hayır, iyiyim ben. Sen nasılsın?”

“Nasıl olayım işte, hepimiz için zor bir gün.”

“Evet öyle.”

“Yarın geleyim mi? Aklım sende.”

“Tamam gel, ama çok erken değil.”

Telefonu kapattıktan sonra Dost’u bir kere daha parka çıkarmak üzere hazırlandı. Bu çocuk da olmasa gün yüzü görmeyecekti. Dost her zamanki neşesiyle yanına geldi, kafasını bacaklarına sürterek sevgisini gösterdi. Hadi bakalım güzel çocuk.

Eve döndüklerinde birikmiş bulaşıkları makineye yerleştirdi. Yarın Beliz gelecek, biraz toparlanmalı. Bu sefer rakı doldurdu bardağa. Beyaz peynir vardı evde. Biraz da leblebi. Daha ne olsun. Kısa ve yalap şap bir temizlikten sonra salona geçti. Gazete ve dergileri topladı. Örtüleri düzeltti. Süpürgeyi açsa mı diye düşündü. Yok o kadar da değil, dedi kendi kendine. Kenara ayırdığı bulmacaları aldı. Dost kanepeye yerleşmiş, gözleri açık vaziyette patilerinin üzerine yatmıştı. Gözlüklerini takıp lambaderin loş ışığının altındaki koltuğa oturdu. Bulmacayı çözmeye başlarken televizyonu açıp sesini kıstı. Hep yaptıkları gibi. “Bulgaristan’ın para birimi,” dedi yüksek sesle. Dost kıpırdandı ve kısa bir “Hav,” dedi. 

Uykusuz gece sabaha döndü. Sabahın dördünde, kadehlere gömülmüş haliyle sallanarak yatağa yürüdü. Olduğu gibi yattı. Dost yanına geldi. Hava sıcaktı ya da ona ateş basmıştı, örtünmedi. Evin içindeki esintiden mutfak kapısı çarparak kapandı. Aldırmadı. İçinde bir sıkıntı vardı ama öncekilerden farklıydı. Göğsünde bir ağırlık, nefes alamıyor, başı dönüyordu. İçkiden olsa gerek. Uyuyunca geçer, diye düşündü. Çok içtim de ondan. Sevinç geldi gözünün önüne. O çok sevdiği çiçekli elbisesiyle ellerini uzattı. Gülümsedi. Dost koynuna daha da sokulurken, odaya bir rüzgâr doldu. Tüller havalandı.

Banu Kalkandelen
Banu Kalkandelen
1968 yılında İstanbul’da doğdu. Sırasıyla Maçka İlkokulu, F.M.V. Özel Işık Lisesi ve Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden mezun oldu. Yazmaya ortaokul yıllarında başladı. Milliyet Sanat Dergisi’nin açtığı “Genç Yazarlar” yarışmasında dereceye girdi. Kedim ve Ben sitesinde hayvan hikayeleri ve Kedici dergisinde makaleler yazdı. Profesyonel bir ajansta yazarlık, serbest içerik yazarlığı ve çevirmenlik yaptı. “Yazıya Giriş” ve “İleri Öykü Teknikleri” atölyelerini tamamladı. Editörlük tecrübesini geliştirirken çeşitli edebiyat dergilerinde öyküleri yayımlandı. “On Dört Pandabiyat Öykü Seçkisi” kitabında öyküsü ile yer aldı.

POPÜLER YAZILAR