Cumartesi, Kasım 22, 2025

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Süt Kesiği

Evimiz, dışarıdan bakıldığında sıradan tek katlı bir taş yapıydı. İçeriden ise, taşların arasına sıkışmış bir kadının soluk alma çabasıydı. Her sabah annem evin taş duvarlarını silerdi. Sanki gece boyunca bir şeyler duvarlara sinmişti de sabah onları temizlemek gerekirdi. Elleri kanar, binlerce yara hiç iyileşmezdi. Taş duvarlar konuşmazdı. Ama annem onların ne söylediğini hep bilirdi.
Evimizde iki şeyin yeri hiç değişmezdi: mutfaktaki saat ve salondaki ayna. Annemin an be an derinleşen suskunluğuna eşlik ederlerdi.
Saat, mutfağın sağ duvarında asılıydı. Zaman onunla ilerlemezdi. Her tik tak, aynı günü tekrar ederdi. Her tik takla zamanda ve aramızda açılan boşluklar daha da genişler, bizi içine daha da çekerdi. Saat hayattı.
Ayna, salonun tam ortasında, duvara yaslıydı. Büyük, gösterişli ama hep biraz buğulu. Babam aynayı düz isterdi. “Ev düzenli olmalı,” derdi. Annem aynayı geceleri ters çevirirdi. Bu, onun varlığı ve yokluğu arasındaki uzlaşma çabasıydı. Ayna ters durduğunda, evin içi biraz daha sessizleşirdi. Sanki her defasında bir şeyler daha eksilmiş gibi. Eksildikçe düzelecekmiş gibi. Kimse ona bakmazdı. Ayna sadece görenlerin içindeki görünmeyeni yansıtırdı.
Annem, aynayı sabahları ilk iş düzeltirken her defasında biraz daha sert davranırdı. Camını silerken bastırır, çerçeveyi düzeltirken parmakları beyazlaşırdı. Sanki aynanın eğriliği, kendi içindeki bir eğrilikle çarpışır, sonra da kesişirdi. Bölünür, sırra karışırdı. Bense sadece izlerdim. Evlenince benim karım da annem gibi mi olacak diye düşüncelere dalar giderdim.
Annem, sabahları aynı saatte kalkardı. Çok erken. Önce evi havalandırır, sonra aynayı düzeltip silerdi. Annemin sesi yoktu. Ama elleri konuşurdu. Aynı kahvaltıyı hazırlar, aynı tabakları dizer, aynı çayı demlerdi. Ama bazen çayın içine bir damla süt eklerdi. O damla, bir başkaldırıydı. Çok sonradan anladım. Çok geç kaldım.
Aynı sırayla duvarları siler, evi temizler, çamaşır yıkar, ütü yapardı annem. Yemek hazırlar, sofra kurup toplar, tekrar bulaşık yıkayıp ortalığı derler sonra da yatardı. Hiç dışarı çıkmaz, kitap okumaz, televizyona bakmazdı. Ama her akşam yatmadan önce kısa bir süre mutlaka aynaya bakardı. Ters çevirmeden hemen önce.
Yedi veya sekiz yaşındaydım. Bir keresinde annem aynayı silerken bakışları aynada kayboldu. Dudakları kıpırdadı ama sesi çıkmadı. O an, aynayı değil kendini görmüştü. Gerçeğini, gerçekliğini. Genişleyen boşluğu. Boşluğunu. Biliyorum. Ayna artık bende.
Annemin geçmişi, evin içinde bir gölge gibi dolaşırdı. Bir fotoğraf vardı, çekmecede saklı. Babamın hiç bulamadığı. Genç bir kadın, bir ağacın altında, elinde kitap. Ama bizim evdeki kadınla aynı değildi. O fotoğraftaki kadın, aynaya bakardı. Bizim evdeki kadın, aynayı ters çevirirdi.
Ben bu evin içinde büyüdüm. Duvarlar kalındı, çok ses geçirmezdi. Ama bazı geceler sessizlik geçerdi duvarlardan. Bazen de babamın sert ayak sesleri. Her duyduğunda annem değişirdi. Ufalır, içine saklanmak isterdi. Omuzları düşer, elleri titrerdi. Ama sesi çıkmazdı. Ben bu evin içinde büyüdüm. Duvarların kalınlığına değil, sessizliğin gürlüğüne alıştım. Bir de babamın gümbürdeyen ayak sesleriyle birlikte annemin sessiz haykırışlarına. Babamın adımları, annemin omuzlarını düşürürdü. Her adım, bir emir gibi inerdi zemine. Ben odamın kapısını kapardım. Radyonun sesini açardım. Başka sesler dinlemezdim. Onları izlemezdim. Ama bilirdim. Hep bildim. Geceleri, duvarların içinden gelen sessizlik boşluğumda daha da büyürdü.
Babamın ayak sesleri, annemin yalnızca bedenine değil, tüm hayatına, ruhuna, kapanmayan yaralarına çarpardı. Herkes bunu bilir ama görmezdi. Çünkü evlilik cüzdanı bir perdeydi. O perdenin ardında ne yaşanırsa yaşansın, “normal”di.
Ev ve babam birdi. İkisi de annemden her şeyi beklerdi. İsterdi. Ruhunu… bedenini. Hayatını. Annem eve direnmezdi. Babamı ise gücü yettiğince reddederdi. Ben sadece dinlerdim. İzlerdim.
Her reddedemeyişten sonra annem sessizce mutfağa gider, taş zemine yarım bardak süt dökerdi. Süt… beyazdı. Süt beyazı. Biraz gri, biraz sarı. Yılların biriktirdikleri. Dibe oturan tortular, kesilmeler, biçilmeler… Süt kesiği. Sessizliğin haykırışları. Genişleyen boşluklardan bilinmeyene akıp giden. Ertesi sabaha kadar onu silmezdi.
Tam da o gün, annem bana küçük bir kavanoz verdi. İçinde süt vardı. “Benden sana,” dedi. Anlamsızca baktım. Aldım, sakladım. Ana sütü. Anamın sütü. Akça pakça, tertemiz… O gün annem gitti. Bir daha dönmedi. Bahçedeki kuyuda ben buldum bedenini.
Ve anladım. Ama yine de hiçbir şey yapmadım. Yapamadım. Sadece sustum. İzledim. Bekledim.
Annem gidince evde sadece saat ve ayna kaldı. Bir de ben ve babam. Saat durdu. Babam, aynayı ters bıraktı. Süt hiç dökülmedi.
Ben büyüdüm. Kendi evime taşındım. Kavanoz kırıldı. Yanıma sadece aynayı aldım. Saati bıraktım. Evlenmedim. Aynayı her gece ters çevirdim. Mutfağın karolarına haftada bir, bazen iki kez süt döktüm. Ertesi sabaha kadar silmedim. Bildiklerimle yüzleştim. Gerçeği kabul ettim. Susmak daha ağırdı. Süt kesiği çok acıtmıştı.

Sezi Coşkuner
Sezi Coşkuner
ODTÜ İngilizce Öğretmenliği mezunudur. 24 senedir ODTÜ’de öğretmenlik yapmaktadır. Evli, iki çocuk annesidir. Kendini bildiğinden beri okumayı ve yazmayı sevmektedir.

POPÜLER YAZILAR