Cumartesi, Kasım 22, 2025

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Geleceğe Kaçış

Leyla, kahvesini sehpaya bıraktı. Cam kenarındaki yeşil koltuğa gömüldü, yanında onun yeri boştu. Kıvrılarak yükselen dumanı izledi, boş gözlerle bir süre. Kahvesinden bir yudum alıp fincanın sehpada bıraktığı koyu renk halkaya baktı. Murat olsaydı mutlaka bardak altlığı koymasını söylerdi. Acı acı gülümsedi… 

“Keşke,” dedi içinden, “keşke onu hiç tanımasaydım. Keşke bu evde, bu şehirde, bu koltukta yaşanan her şey bir anda yok olsaydı.”

Evdeki her şey; banyodaki tek kalmış diş fırçası, koltuktaki boşluk, duvardaki saat bile Murat’ı hatırlatıyordu. Zaman bile sanki onun gidişiyle durmuştu. 

Bazen aynada gördüğü yüzü bile ona yabancı geliyordu. 

“Bütün bunlardan kaçıp kurtulabilsem,” diye mırıldandı. 

Sosyal medyayı açtı, günlerdir eli gitmiyordu ama bugün kararlıydı. Birlikte mutlu mutlu poz verdikleri tüm fotoğrafları silecekti. Silinen her fotoğraf içini rahatlatmak yerine, daha çok acı veriyordu. Kalbinin acısı dayanılmaz olunca ekranı kaydırmaya başladı. Gözlerinin önünden akan görüntülerle uyuşmaya başladı. Birden karşısına çıkan bir paylaşıma dikkat kesildi. 

“Geçmişini geride bırak! Artık hatırlamak zorunda değilsin!”

Titreyen parmaklarıyla tıkladı. Bir klinik sayfasında buldu kendini. 

Geleceğe kaçış: Geçmişinizdeki istemediğiniz anıları silerek size tertemiz bir gelecek sunuyoruz! Deneye katılacak gönüllüler aranıyor. Başvuru formunu doldurun, sizi arayalım.

“Mümkün mü böyle bir şey? Ya kötü bir şey olursa?”

Aklından geçen bu sorularla bir süre ekrana bakakaldı Leyla. Kalbi hızla atıyor, elleri titriyordu. 

“Geleceği kurtarmak için geçmişi bırakmak doğru mu?” diye sordu kendine.

Cevap vermedi. Belki de artık doğru ya da yanlış diye bir şey kalmamıştı.

Sonunda “Kaybedecek neyim var?” diyerek başvuru formuna tıkladı. 

Ertesi gün telefonu çaldı. Klinikten arıyorlardı. İlk görüşme için randevu oluşturuldu. 

Leyla kliniğin kapısından girdi. Alışık olduğu hastane kokusu yoktu. Önünde uzanan bembeyaz koridorun iki yanında sıralanmış odaları geçti, içeride ne olduğuna dair en ufak bir fikri yoktu. Koridorun sonunda onu beyaz önlüklü biri karşıladı. Yüzünde güven veren bir gülümsemeyle içeri davet etti. Diş doktoru koltuğuna benzeyen bir koltuğa uzandı Leyla. Oldum olası diş doktoruna gitmekten korkmuştu. Koltuğa uzanırken aynı korku içine diken gibi battı. 

Kısa bir tanışma faslından sonra beyaz önlüklü kadın yumuşak bir ses tonuyla deneyi açıkladı.

“Leyla hanım, ilk seans sizi biraz zorlayabilir. Öncelikle unutmak istediğiniz anıları hatırlamanızı sağlayacağız; size bu anıları hatırlatan kokuları, eşyaları, mekanları not alacağız. Beyninizin verdiği tepkileri izleyerek silinmesi gereken anıları tespit edeceğiz. Siz de onaylarsanız bu anıları geri dönüşü olmayacak şekilde sileceğiz. Belleğinize herhangi bir zarar vermemek için silme işleminin tamamını tek seferde yapmayacağız. Adım adım ilerleyeceğiz. Sizin sağlığınız ve güvenliğiniz bizim için çok önemli.”

Leyla bu söylenenlere başını sallamakla yetiniyordu. 

Beyaz önlüklü kadın, Leyla’ya üzerinde kablolar dolu bir başlık taktı ve sorular sormaya başladı. Murat’ın parfümünü, en sevdiği yemeği, Leyla’ya hangi çiçekleri aldığını, gözlerinin rengini… Leyla sorulara cevap verdikçe tüm anılar beynine hücum etti, bayılacak gibi oldu. Kadının, “Zorlandığınızı hissettiğinizde lütfen bu butona basın,” diyerek eline tutuşturduğu butona tüm gücüyle bastı. 

“Bugünlük bu kadar yeter, sizi ilk günden fazla zorlamayalım,” dedi beyaz önlüklü kadın.

Leyla koltuktan kalktı, havada süzülür gibi yürümeye başladı. İçinde bir boşluk hissediyordu. Eve nasıl gitti, kendini nasıl yine yeşil koltuğunda buldu hatırlamıyordu. 

İlk birkaç seans böyle geçti. Silinecek anılara karar vermek, onlarla vedalaşmak zor gelse de artık dayanılmaz hâle gelen kalp acısından kurtulma fikri, Leyla’yı devam etmeye zorluyordu. 

Beşinci seanstan sonra Leyla eve geldi. Salona girdi, duvardaki çerçeveye yaklaştı. Ezbere bildiğini sandığı bu fotoğrafta iki kişi olması gerekirken yalnızca kendisi vardı. Kolu boşluğu sarar gibi havada uzanıyordu. 

Kitaplıktan en sevdiği kitabı aldı. Murat’ın hediyesiydi. Kitabı verirken ilk sayfasına yazdığı birkaç satır vardı. Leyla kitabı açtı, ilk sayfa bomboştu. Parmaklarıyla boş sayfaya dokundu, kaybolan satırları bulmaya çalıştığını bilmiyordu. Sanki biri kelimeleri tek tek söküp almış, geriye yalnızca kâğıdın sessizliği kalmıştı. Gözleri doldu ama ağlayamadı.

Sonraki günlerde tuhaf şeyler olmaya başladı. Evdeki bazı eşyaların yerini hatırlamıyor, bazen mutfağa gittiğinde neden gittiğini unutuyordu. Ama üzerinde sebepsiz bir mutluluk vardı.  Bir sabah dışarı çıktı. Aylardır omuzlarında taşıdığı ağırlıktan kurtulmuşçasına hafiflemiş, neşe içinde etrafına bakıyordu. Mahallede her şey aynı gibiydi. Köşedeki bakkala uğradı, her zamanki gibi gülümseyerek selam verdi.

Bakkal başını kaldırdı, yüzünde şaşkın bir ifade vardı.

“Buyurun?”

“Ben Leyla,” dedi kadın, sesi cılız çıktı. “Her sabah ekmek alırım sizden.”

Adam kaşlarını çattı. “Kusura bakmayın, hatırlayamadım. Yeni mi taşındınız?”

Leyla hiçbir şey demedi. Sokağın sonundaki manava yürüdü.

Manavın önünde dizili kasalarda elmalar, narlar, portakallar parlıyordu.

“Günaydın Ali Abi,” dedi, alışkanlıkla.

Adam başını kaldırdı, sonra etrafına baktı.

“Günaydın? Affedersiniz, tanıyamadım.”

“Evet, Leyla ben. Murat’la her hafta sizden alışveriş yapardık.”

Adamın yüzü boş bir sayfa gibiydi.

“Leyla… Murat… Affedersiniz çıkaramadım hanımefendi. Elma vereyim mi, tazedir.”

Leyla afalladı. Elmayı aldı, “Sağ olun,” diyebildi sadece.

Sokağın sonunda iki eski arkadaşıyla karşılaştı; Murat’la ikisinin üniversiteden arkadaşları. Onu gördüler ama yüzlerinde tanıdık hiçbir ifade yoktu.

“Selin?” dedi Leyla çekinerek.

Kız şaşırdı, “Pardon, tanışıyor muyuz?”

Yanındaki gencin kulağına eğildi, fısıldadı; “Herhalde yine dergi satmaya çalışanlardan.”

Leyla’nın kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. Koşarak eve döndü. Kliniği arayıp acil bir randevu istedi. 

Beyaz önlüklü kadın, karşısında her zamanki tekdüze sesiyle bu yaşananların normal olduğunu, deneyin bir parçası olduğunu anlatıyordu. Leyla dayanamayarak sesini yükseltti; “Bakın, anlamıyorsunuz galiba. Ben sadece birkaç anıdan kurtulmak istemiştim. Ama bu deney beni de hayattan siliyor. Yıllardır tanıdığım insanlar bana yabancı gibi bakıyor. En sonunda ne olacak? Hiç var olmamış mı olacağım?”

“Tabii ki öyle olmayacak. Şunu iyice anlamanız gerekiyor. Anılar tek taraflı değildir. Nasıl ki sizde izler bıraktıysa, anıyı paylaştığınız kişilerde de aynı şekilde iz bırakır. Biz bu izleri sildiğimizde, anının ortaklarından da silinir. Böylece unutma eylemi gerçekleşirken unutulma durumu da görülür.”

“O zaman son üç yılda tanıdığım tüm insanları, gittiğim yerleri, yaptığım her şeyi kaybedeceğim. Öyle mi? Benim isteğim bu değildi. Sadece terk edilmenin acısını unutmak istemiştim.”

“Acı, hatıranın yan ürünüdür Leyla Hanım. Hatırayı kaldırdığınızda acı da gider ama bazen bununla birlikte sizi tanımlayan parçalar da gidebilir,” dedi yavaşça.

Leyla’nın dudakları titredi. “Yani… ben kim olacağım sonra?”

Kadın kısa bir sessizlikten sonra dosyasına baktı. “Bunu zaman gösterecek. Ancak deney artık geri döndürülemez aşamada. Süreci durduramayız.”

Leyla, başının içinde uğuldayan bir sessizlikle ayağa kalktı. Koridoru geçerken etrafındaki beyaz duvarlar, sanki kendini silen bir silgi gibi bulanıklaşıyordu.

O akşam eve döndüğünde, anahtar kapıyı açmadı. Kapının üzerindeki isimlikte Leyla Gür yazısının yerinde başka bir isim yazıyordu. 

Zili çaldı. Kapıyı yabancı bir kadın açtı.

“Buyurun?”

“Ben… burada oturuyordum. Leyla… Gür…”

Kadın şaşkınlıkla başını iki yana salladı. “Burada altı aydır biz oturuyoruz. Yanlış geldiniz sanırım.”

Leyla bir adım geri çekildi, binadan çıktı. Sokağa yürüdü. Ay ışığı, tanıdık olması gereken kaldırımları bile yabancılaştırmıştı.

Bir an için elini cebine attı, telefonuna sarıldı. Ama ekran açılmadı. Şifreyi unuttuğunu sandı. Denedi, denedi. Sonunda ekranda şu yazı belirdi: Kullanıcı bulunamadı.

Leyla’nın nefesi kesildi. Bir vitrin camında kendi yansımasına baktı. Ama orada gördüğü yüz, tam olarak kendi yüzü değildi.

Sokağın köşesindeki kafeye koştu. Buraya daha önce mutlaka gelmişti, tanıdık bir şeyler bulmaya çalışıyordu. Bir kahve söyledi. Leyla, kahvesine uzanmak istedi ama fincanı bulamadı. Masanın üzerinde yalnızca bir koyu halka vardı. Ve o halkayı kimin bıraktığını artık kimse hatırlamıyordu.

Rabia Candan
Rabia Candan
Okumayı öğrendiği günden beri en büyük tutkusu kitaplar. Yıllardır perakende sektöründe çalışan bir mühendis olsa da yazarlık hayalinin peşini bırakmaya hiç niyeti yok. Öykülerinde hayata ve insana dair gözlemlerine yer vermeyi seviyor. Yazmanın hem kendisi hem de başkaları için bir keşif ve iyileşme yolculuğu olduğuna inanıyor.

POPÜLER YAZILAR